Günümüzde müçtehid imâmların (r.a.e.) eserlerini doğru dürüst bir şekilde okumaktan aciz bazı kimseler, müçtehidlik iddia etmekte ve şer’i hükümleri doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerin meâllerinden çıkarmaya yeltenmektedirler. Bu nevzuhurlar, halef ve selef ulemâsına hatta mezhep imâmlarına bile dil uzatmakta, kendilerini onların seviyelerinde görmeye çalışmaktadırlar. İslâm aleminin gülistanında öten bülbülleri taklid ederek kendilerince hükümler çıkarmaya çalışan bunlar gibi viranelerde öten baykuşlar, İslâm’ın temel akidesini sarsmakla birlikte, müslümanların âmel ve akîdede selef ve halefe olan güven ve bağlılıklarını yıkmaya çalışmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde, yalnız Allâh (c.c.)’un rızasına nail olmak ve yüce dine hizmet etmek için çalışarak ehliyet kazananarak, müctehidlik gibi çeşitli makâmlara ulaşan ve yüce İslâm’ın bütün gereklerini nefislerinde yaşayan, İslâmi emir ve yasakları insanlara götüren, İslâm ile insan arasındaki engelleri ortadan kaldırıp ilâhî vahyin hakimiyeti için çaba sarfeden bu alimler bile, rastgele şer’i konularda hüküm vermekten çekinmişlerdir. İmâm-ı Gazalî (r.âleyh), İhya’nın “Taksimatül Münazaraat” bölümünde şöyle diyor: “İçtihâd mertebesine ermeyenler ise, ki çağımızın (1058-1111 tarihleri arası) bütün ilim adamları böyledir, o tabi olduğu mezhebin fetvâsını nakil ederek cevap verir. Mensubu bulunduğu mezhebin fetvâsının delilini zayıf görse bile, onu terk etmez.” Müçtehidin görevi, bir mesele vaki olduğu zaman, o mesele hakkında şer’i delilden hüküm çıkarmaktır. Amînin (taklid edenin) görevi ise, müçtehid ulemânın görüşüne dönmek ve ona uymaktır. Müçtehid olmayan bir kimse, ulemânın görüşünü terkederek, duyduğu bir âyete veya hadise tabi olması caiz değildir. Çünkü, ulemâ o âyeti veya hadisi mutlaka görmüştür. Şayet muhâlefet etmişse mutlaka bildiği bir delile dayanmaktadır. Müçtehid olmayan kimse, ister bilgin olsun, ister mukâllid (taklid eden) olsun, umumu veya mutlâkı ifade eden bir âyeti işittiği zaman ve müçtehid ulemânın görüşlerini bilmeden, o âyetin umumunu veya mutlâkını kabul etmesi caiz olmaz. Çünkü, nasîh ile mensûhu, am ile hâssı, mutlâk ile mukâyyedi, mücmel ile mübeyyeni, hakikât ile mecâzı bilmeden, umum ve mutlâkları ifade eden delille âmel edilmez.
(Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.169-181)