Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sıkıntı ve belâları nimet ve rehâvete tercih etmeleri idi. Çünkü bu sayede Allâh (c.c.)’a yönelişleri sürekli oluyordu. Öyle ya, Allâh (c.c.)’u seven kendisini Allâh (c.c.)’a yaklaştıran, kendisine Allâh (c.c.)’u hatırlatan her şeyi sever. Vehb b. Münebbih (r.âleyh) şöyle diyordu: “Belâyı nimet, rehâveti de musibet olarak değerlendirmeyen fakih değildir.” Bir keresinde bir grup Mâlik b. Dinar (r.âleyh)’i ziyarete gider. O sırada Mâlik (r.âleyh) karanlık bir odada, elinde bir ekmek somunu oturmaktadır. “Mâlik kandil yok mu? Ekmeği üzerine koyacağın bir şey yok mu?” derler. Mâlik (r.âleyh) “Beni bırakın, vallâhi ben geçmişimden nedâmet duymaktayım” der. Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle diyordu: “Allâhü Teâlâ’nın dünya nimetlerine boğduğu birisi bunun bir tuzak olabileceğinden endişe duymazsa, Allâh (c.c.)’un mekrinden emin olmuş demektir Oysa hüsranda olanlar dışında kimse kendini Allâh (c.c.)’un mekrinden güvencede hissedemez.” Mü’minlerin Emiri Ömer b. el-Hattâb (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Her gece yiyeceği bir parça kuru ekmek bulan fakir değildir, fakir hiçbir şey bulamayandır.” Mutasavvıfların bu ahlâkla ilgili delillerinden biri Resûlullâh (s.a.v.)’in şu sözleridir: “Sûr’un sahibi (İsrafil (a.s.)) Sûr’u ağzına götürmüş kulağını dikmiş, alnını germiş ne zaman emir alacak da Sûr’a üfleyecek diye bekleyip dururken, insan nimetlerden nasıl zevk alabilir?” Bu hadis-i şerif bize, kâmil zatların bu dünyadan kıyâmet gününün korkunçluklarını seyredebildiklerini göstermektedir. Temâşa ettikleri o manzaralar kendilerinde ne yeme ne içme ne uyku ne de cinsel zevk bırakmıştır!
(İmâm Şa’rânî, Tenbihü’l-Muğterrin Tercümesi, s.206-207)