Hem dinin hem de geleneğin, az olmasını her zaman değerli bulduğu şeyler vardır; az yemek, az uyumak gibi. Hem Araplar hem de bilgeler az yemek ve az uyumakla övünür, çok yemeyi ve çok uyumayı kötü görürler. Çünkü çok yemek ve içmek; açgözlülükten, bir şeye doymamaktan, oburluktan ve aşırı ihtirâstan kaynaklanır. Bunlar, insanın hem dünyasına hem âhiretine zarar verir, çeşitli hastalıklara yol açar, uyuşukluğa, neşesizliğe ve anlayışsızlığa sebep olur. Az yemek; kanaatkârlığın, nefse hâkimiyetin, şehveti yenmenin alâmeti olduğu gibi, sıhhatin, gönül huzûrunun ve zihin keskinliğinin de sebebidir. Çok uyumak ise insanın değersizliğini, za’fını, zekâ ve anlayışının kıtlığını gösterir. Kişinin tembelliğine, âcizliğine, ömrü boşuna harcamasına, kalbinin katılaşıp gaflete düşmesine ve ölüp gitmesine sebep olur. Çok yiyip içmenin, çok uyumanın bütün bu kötülüklere yol açtığını herkes açıkça bilmekte ve gözüyle görmektedir. Bunun böyle olduğu, geçmiş milletlerin ve bilgelerin son derece güvenilir bir şekilde nakledilen sözlerinde, hadîs-i şeriflerde, sahabe ve tabiînin sözlerinde, misâl vermeye ihtiyaç duyulmayacak kadar çoktur. Sultân-ı Âlem (s.a.v.), hem az yer ve içer hem de az uyurdu. Onun hayatında bu durum açıkça görülür. Zâten insanlara az yiyip az uyumayı emreden ve buna teşvik eden de odur. Hem az yemeyi hem de az uyumayı özellikle tavsiye etmiştir.** (Kâdı İyâz, Şifâ-i Şerîf, c.1, s.199-200)