Osmanlı Devleti ilmî müesseselerini yaptığı gibi hemen fetihleri müteakip sosyal müesseselerini de kurmaya başlamış, devletin hududu genişledikçe bu teşekkül de o nisbette artmıştır. Bu sosyal müesseselerin yani cami, imaret, hastahane, kervansaray, köprü, han, hamam, çeşme ve zaviyelerin idareleriyle bunların muhâfaza ve idâmeleri için vakıflar yapılmış veyahut devletçe bazı yerler halkının vergilerden muafiyeti suretiyle muhâfaza ve devamları temin olunmuştur. İçtimaî müesseselerin başında gelen camiler, mânevi bir ictima mahalli ve ibâdet yeri oldukları gibi aynı zamanda sadr-ı İslâm’dan beri müslümanların işlerini görmek ve karar altına almak için bir toplantı yeri de olmuştur. Her semtin camiine gelenler hükümet tebligatından ve mahallece verilen kararlardan haberdar olurlardı. İctimaî müesseselerden biri de imâretlerdir. Kuşları himaye ve onların kışın kar yağdığı zamanlarda bile yiyeceklerini ve yaz sıcaklarında içecekleri suyu temine kadar şefkât gösteren ecdadımızın, medreselerde okuyan talebelerle muhtaç ve kimsesiz insanlar hakkında ne kadar rahim ve şefik davrandıklarını söylemeğe hacet yoktur. İctimaî müesseselerin diğeri de kervansaraylar ile hanlardır ki, yol üzerindeki durak yerlerinde ve şehirlerle kasabalarda yapılmışlardır. Buralara konuk olanlar hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar, üç gün yiyip, içip yatarlar ve para vermezlerdi. Kervanların ve yolcuların dar vadi ve korkulu yerlerden geçerlerken bir taarruza uğramamaları için böyle yerlere devlet tarafından vergilerden muaf olarak derbendçi bekçiler konmuştu.

(İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.1, s.480-483)