Osmanlı Devleti’ne “Gaziler Devleti” lakâbı yakışmaktadır. Zira gazâ anlayışı o zaman kuruluş aşamasında Osmanlı Devleti’ni diğer beyliklerden ayırt eden en mühim unsurdu. Bu sebeple diğer beyliklerde Osmanlılardan bahsedilirken ağızlardan tek bir kelam dökülürdü: “Onlar gazilerdir!” Bu durum gerçekten şaşırtıcıdır. Böyle bir devlet, böyle bir ahlak, böyle bir haslet nasıl oluşmuştur? Bu ahlakta kişiler nasıl bir araya gelmişlerdir? Nasıl şaşırtıcı bir biçimde uzun yıllar devam edebilmiştir? Bu kolay anlaşılacak bir durum değildir. Bunun en önemli izâhı Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselişinde tasavvufi tarikâtların, şeyhler, veliler ve dervişlerin oynadığı roldür. Osman Gazi ve haleflerinin etrafı din adamları ve evliyâlar ile dolmuş daha ilk günlerden itibaren Osmanlı akınları gazâ mahiyetini kazânmıştır. Böylece ortaya bir “Gaziler Devleti” çıkmıştır. Ayrıca Osmanlı padişahları ile gazâ hareketine katılan Türk büyükleri fethedilen her yerde âlimler için medrese, veliler için zaviye ve imâretler inşa ediyorlardı. Bu şekilde ilim ve tasavvuf et ve tırnak gibi birleştirilmiş oluyordu. Selçuklu sultanları için gazilik unvanı nadiren kullanıldığı halde bu özellikleri sebebiyle ilk devir Osmanlı padişahları hep gazi sıfatıyla anılıyordu. Böylece artık Osmanlı sultanları gazi ve orduları da gaziler oluyor ve hiçbir devirde dinî ve askerî kuvvet arasında bu derece bir kaynaşma ve birleşme vuku bulmuyordu. Bu birleşmeyi ve ahengi anlayabilmek için Osmanlı sultanlarının dinî ve edebî yönlerini gözlemek yeterli olacaktır. (Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Osmanlı Gerçekleri, s.85-86)