Abdullah ibni Ömer (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hepiniz bir tür çobansınız; hepiniz hangi görevi üstlenmişseniz, ondan sorumlusunuz. Devlet reisi de bir tür çobandır ve yönettiklerinden sorumludur. Erkek ailesinin çobanı sayılır ve onlardan sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanı durumundadır; o da koruması gereken maldan sorumludur. Netice itibâriyle hepiniz bir tür çobansınız ve hepiniz üstlendiğiniz görevden sorumlusunuz.” Ashâb-ı Kirâm (r.a.)’den Ebû Süleyman Mâlik İbni Huveyris (r.a.) şöyle dedi: “Biz aynı yaşlardaki birkaç genç, Resûlullâh (s.a.v.)’e gelmiştik. Yirmi gün boyunca onun yanında kaldık. Bizim yakınlarımızı özlediğimizi anlayınca, geride ailemizden kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine söyledik. Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) çok merhametli ve şefkât dolu bir insandı. O zaman şöyle buyurdu: “Haydi ailenizin yanına dönün, öğrendiklerinizi onlara öğretin, yapmaları gerekenleri kendilerine bildirin. Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın. Namaz vakti girince içinizden biri ezân okusun, en yaşlınız da size imam olsun.” Birilerini yönetenler, onlarla yakından ilgilenmeli, ihtiyaçlarını öğrenmeli ve onlara yardımcı olmalıdır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Ashâbı (r.a.e.)’in imamıydı. Bu sebeple onlarla yakından ilgilenir, ibâdet başta olmak üzere, bilmeleri ve yapmaları gereken her şeyi kendilerine öğretirdi. Etrafındakilere derin bir şefkat beslediği için, onlar da Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)’i çok severdi. Bir müslüman namazı önemsemeli ve onu Peygamber (s.a.v.)’in Efendimiz kıldığı ve Ashâbı (r.a.e.)’e öğrettiği gibi kılmaya gayret etmeli ve bunu diğer insanlara da öğretmelidir. (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.236-237)