Müslüman bütün engellemelere rağmen Nebi (s.a.v.)’in gösterdiği istikâmette ilerlemek durumundadır. Müslümanları bu yoldan saptırmak için yenilikçiler ortaya çıkmakta ve kendilerince alternatif yollar türetmektedir. Meselâ bizim bildiğimiz iki itikat mezhebine (Maturidi ve Eşari) selefiyenin yolu diye bir üçüncüyü ekliyorlar. Selef yerine geçilen demektir. Selefiler bizden evvelkilerin yolunu takip ettiklerini söylüyorlar. Peki, itikatta iki mezhep (Maturidi ve Eşari) ile âmeldeki dört hak mezhep kimin yolunu takip ediyor? Eğer selefilik kendinden öncekilerin yolunu takip etmek ise asıl selefiyeci bunlardır. İmâm-ı Âzam (r.a.) ele alındığı takdirde, verdiği hükümlerin hepsinin bir zincir, bir silsile halinde Nebi (s.a.v.)’e ulaştığı görülecektir. Hâlbuki selefilerin zinciri Nebi (s.a.v)’e vâsıl olmamaktadır. Hicretten altı yüz sene sonra ortaya çıkmış bir adam için selefiye yolunu ilk açan kişi diyorlar. Bu adam Nebi (s.a.v)’den altı yüz sene sonra ortaya çıktığına göre ve bu selefiler mânevi irşadı da kabul etmediğine göre nasıl bir seleflik oluyor bu? Bu mânâda asıl selefi, âmelde dört hak mezhep, itikatta da iki hak mezheptir. Her hükümleri zincir hâlinde, silsile hâlinde Resûlullâh (s.a.v.)’e bağlanmaktadır. Müslümana düşen bütün günlük yaşayışta, itikâdi mevzularda da başına gelen hâller bunlara uyuyorsa “elhâmdülillâh” deyip yoluna devam etmektir. Uymadığını düşündüğü zaman, inancına ters olan bir şey geldiği zaman yapılması gerekeni de İmâm-ı Âzam (r.a.) söylemiştir: “İnanca ait, itikâda ait bir şey zuhur ettiğinde “Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in razı olduğu şekilde inandım” de, ondan sonra git bunu bir âlime sor.” (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.10-11)