Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’i sevmek ve O (s.a.v.)’e uymak, sünnetini yapmak ve yaymaktır. Emirlerini dinlemeyen, yolunda yürümeyen, sünnetini yaşamayan ve sünnetini orta çağ düzeninden sayanlar O (s.a.v.)’i sevmiş olamazlar. Enes (r.a.)’den şöyle rivâyet edilir: Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki “Sünnetimi ihyâ eden kimse, muhakkâk beni sevmiştir. Beni seven ise, cennette benimle beraberdir.” (Tirmizi) Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’i sevmek, O (s.a.v.)’in hükmüne hiçbir itiraz etmeden ve kalbinde de muhâlefete yer vermeden teslim olmaktır. Nitekim: “Râbbin hakkı için, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, imân etmiş olmazlar.” (Nisa s. 65) buyrulmaktadır. Resûlullâh (s.a.v.)’i sevmek, O (s.a.v.)’in tebliğ buyurduğu dinin yayılmasına ve şeriatının hükümran olmasına çalışmaktır, cihad etmektir. Bu cihad öncelikle nefsin ıslâhıyla başlamalıdır. Bu uğurda cihad edenler, nefislerinde ibâdetin büyük haz ve lezzetini bulurlar, bu uğurda zorluklara karşı dayanma güçleri artar. Ahiret işlerini dünya işlerine tercih ederler. Karşılaştıkları zorluklar ve belâlar karşısında elem değil zevk duyarlar. Aldıkları bu zevk dünyanın en güzel ve en zengin nimetlerinden alınamaz. Resûlullâh (s.a.v.)’i sevmek, O (s.a.v.)’in sünnetini sevip yaşamaktır. Sünnetinin yayılmasına bütün gayretiyle çalışmaktır. Bidatlere düşman ve yabancı olmaktır. Çünkü her bidatler sünnetin düşmanı ve onu yok eden tehlikeli ve büyük bir zehirdir. Bidatlere hayranlık duyan, sünnete düşmandır. Sünnetin düşmanı ise, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in düşmanıdır. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.151-152)