Türklerin İslâm dinine kitle halinde girmeleri X. asırda vuku bulmuş ve göçebelerin İslâmlaşması en büyük tarihî hâdiseyi teşkil etmiştir. İslâm’ın bu zaferi, başka memleketler ve milletlerde olduğu gibi, bir istilâ altında olmamış; Türkler kendi irâde ve arzuları ile yeni dini benimsemişlerdi. Bu hâdisede birinci âmil İslâm dini ve medeniyetinin üstünlüğü veya câzibesi ise ikinci âmil de eski Türk dininin, İslâmiyet’e yakın ana akidelere sahip olması ve Türk ruhuna uygun gelmesi idi. Fil hakîka, Türklerin inandığı tek Tanrı’nın kâinatın ve mahlûkatın halıkı olması, bütün hâdiselere ve insan fiillerine hâkim bulunması sıfatları İslâmdaki inanışa çok yakındır. Şamanî dininin bir peygamberi olmaması da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kabulünü ve kudsiyet kazânmasını kolaylaştırıyordu. Bundan başka onun Türkler lehinde söylediği hadîslerin bulunması ve hattâ bir kısmının sahih olmamaları halinde bile ihtidâ faaliyetlerini teşvik ediyor; millî mefkûre ve duyguları canlandırıyordu. İslâm’ın cihâdı da Türklerin savaşçı ruhlarına ve cihân hâkimiyeti dâvâlarına uygun geliyordu. Zira Şamanî Türkler, İslâm’ın cihâdını, onun sevâp ve fazîletlerini, şehâdetin vaad ettiği ahiret mükâfatını, az çok, kendi dinlerinde buluyor; böylece daha yüksek bir dine ve medeniyete kavuşuyorlardı. Türklerin kerâmet sahibi, her derde devâ bulan, gaipten haber veren kanıları yerine İslâm şeyhleri ve evliyası geçerken burada da sessiz bir kaynaşma oluyor ve bu ihtidâ inkılâbında ciddî bir zorluk hissedilmiyordu. Bu sebepledir, ki Türkler kendi yaşayış, düşünüş ve inanışlarına uygun gelmeyen Buda, Mani, Zerdüşt, Musevî ve Hıristiyan dinlerini benimseyememiş; eski münâsebetlere rağmen, zaman zaman bunların mizaçlarına aykırı bulunduğunu beyân etmiş; hiçbir istilâ ve baskı olmaksızın İslâmiyeti X. asırdan sonra, sür’atle millî bir din hâline getirmişlerdir. (Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, s.165-167