Müslüman ülkeleri bilerek ve planlı olarak perişan hâle getiren Batı, bir de “Müslüman olduğunuz için dininiz sizi bu hale getirdi” diyerek suçu İslâmiyet’e yüklemektedir. Çıkış yolu olarak da, ismi İslâm olan fakat İslamiyet’le ilgisi olmayan bir ahlâk sistemini yerleştirmeye çalışmaktadır. Tabii ki bu çalışmayı doğrudan kendileri yapmıyorlar. Biliyorlar ki doğrudan müdahale ters etki yapar. Peki nasıl yapılıyor? Müslüman ülkelerden elde ettikleri meşhur kimseler veya meşhur ettikleri kimselerle. Her ülkede bunların kimler olduğunu, az çok bu işle ilgilenen herkes biliyor. Görünüşte müslüman olan bu kimseler, İslâm adına çıkıp dini kurtarmak yaygaraları ile Batı’nın istediğini yerine getiriyorlar. Bu kimseler her ne kadar biz dini değiştirmiyoruz, eski haline getirmek istiyoruz diyorlarsa da, yaptıklarına bakıldığında bunların sözlerinde samimi olmadıklarını açıkça görüyoruz. Çünkü, söyledikleri, 1400 yıldan beri bilinen, uygulanan bütün hükümleri, Kur’ân-ı Kerîm’i, planlanan şekilde yorumlayarak tersine çeviriyorlar. Kur’ân-ı Kerîm’in bugünün şartlarına cevap vermediğini çoğu zaman dolaylı, bazen de açıkça ifade ediyorlar. Dinler üzerine araştırma yaparak müslüman olmaya karar veren Avusturyalı bir gazeteci bakın bugünkü İslâm âleminin durumunu nasıl izâh ediyor: “Ben, müslümanlıkta, hıristiyanlıkta bulamadığım her şeyi buldum. Müslümanlığın hangi kâidesinin, hangi esasının bana daha yakın geldiğini söyleyemem. Çünkü onun her kâidesine, her esasına hayranım. Müslümanlık, muazzam bir âbidedir. Onun tek parçasını bile ondan ayırmak kâbil değildir. Bütün parçalar birbiri ile bir nizam, âhenk içinde kenetlenmiş ve perçinlenmiştir. Parçaların arasında muazzam bir âhenk vardır. Hiçbir eksiği yoktur. Her şeyi yerli yerindedir. Belki, bu son derece takdire lâyık intizam, beni İslâm dinine bağlayan bir âmildir. İşte ben, bütün kalbimle ve aşkımla İslâm dinine sarıldım ve o da, bir daha çıkmamak üzere kalbime yerleşti.” (Mehmet Oruç, Dinler Arası Diyalog Tuzağı ve Dinde Reform, s.360)