Dünyanın dört bir tarafına ışık veren güneş, âlemi aydınlattıktan sonra aydınlık yüzlü peygamberlik güneşi (s.a.v.) hazretleri mübarek çadırından doğup Ashâb-ı Kiram’ı nurlu bakışlarıyla aydınlattı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), “Ali b. Ebû Tâlib nerededir?” diye sordu. “Yâ Resûlallâh, gözleri rahatsızdır” şeklinde cevâp alınca ümmetin gözlerine sürmeler, âlemin bakışına kuvvet veren Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali (k.v.)’yi getirtti. Hz. Ali (r.a.)’in mübarek başını iltifâtla dizlerine alıp şifalı tükrüğünü iki gözüne sürmesiyle beraber hastalığın etkisi kalktı ve gözlerinde bir aydınlık parladı. Orada bulunan sahabiler (r.a.e.) hep bir ağızdan tekbir getirmeye başladı. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) Efendimiz icâz gösteren “Allâhım! Onu sıcaktan ve soğuktan koru” sözleriyle duâ ederek kendi mukaddes bedenine mahsus olan kutlu zırhı verdi, beline keskin Zülfikâr kılıcını astı. “Ey Ali! Çarpışmada acele etme. İlk iş olarak kale halkını Râhman tarafından çekilmiş olan İslâm ziyâfetine davet etmelisin. Eğer uygun görmezlerse savaşılması kolaydır. Çünkü bir kâfiri müslüman etmeye sebep olmak, hak yolunda birçok kırmızı deve tasâdduk etmekten daha iyidir” nasihâtinde bulundu. Aslan kuvvetli mübarek eline sancağı teslim edip savaş meydanına yolladı. Hz. Ali (k.v.), aslan gibi bir yürüyüşle Kamus Kalesi’ne doğru yürüdü, sancağı kale kapısına yakın bir taş üzerine dikip savaşa hazır oldu. Kale halkından biri yüzünü gösterip İslâm komutanının kim olduğunu sordu. “Ali b. Ebû Tâlib’dir” şeklinde cevâp alınca dönüp, “Ey Museviler topluluğu! Basîretle hareket edin. Çünkü bugün hisarımızın ele geçirilmesi beklenmektedir” demiştir. Gerçekten de Hz. Alî (r.a.)’in aslanca hücumundan o gün kalenin fethi nasip olmuştur. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.333)