Helal Kazanç Farzdır
Helal Kazanç Farzdır. İslam büyükleri helal kazanç üzerinde çok dururlardı. Çünkü helal kazanç Cenab-ı hakkın emriydi. Müminun suresi, 52. âyetinde mealen, “Ey Peygamberlerim. Helal ve temiz yiyiniz ve bana layık ibadetler yapınız!” buyuruldu.
O Allâh ki, insanı kuru balçıktan ve en güzel bir sûrette yarattı. Sonra da ilk gıdasını, kan ile pislik arasından çıkan, temiz süt ile temin etti. Daha sonra, temiz ve çeşitli gıdalarla onu besledi; zayıflık ve düşüklükten korudu. Bundan sonra da düşmânı olan şehvetini, helâl kazanca mecbûr tutmakla, istediği gibi sağa sola saldırmaktan alıkoymak sûretiyle onu kahır galebesine aldı. Bu sûretle de, kanın cereyânı gibi, insana nüfûz eden ve insanı sapıtmak için paçaları sıvayan şeytânın askerini hezimete uğrattı. Helâl nafakanın kuvvet ve galebesi onun hareket ve cereyân yollarını daralttı. Çünkü şeytânı damarların içlerine kadar nüfûz ettiren şehvet, helâl zincirine vurulduğu için, şeytân da yardımcısız, perişan ve rezîl olarak ortada kaldı.
“Helâl nafaka temini her müslümân üzerine farzdır” buyrulmuştur. Hadis’i, İbn Mes’ûd (r.a.) rivâyet etmiştir. Bu, helâl nafaka temini akılların anlamakta en çok isyân ettiği ve âzalara en ağır gelen bir fariza olduğu için, ilim ve amel, yâni bilip, tatbik etmek bakımından tamâmen kayboldu. Bu helâl ilmindeki incelikler onun tatbikinin yok olmasına sebeb oldu. Zirâ bâzı câhil âlimler artık bu zamânda helâlin ortadan kalktığını, helâli bulmak şöyle dursun, ona giden yolun bile kaybolduğunu, helâl olarak akar sular ile meralarda biten otlardan başka bir şey kalmadığını, diğerlerini ise saldırgan ellerin kirlettiğini ve bozuk muâmelelerin çürüttüğünü zannettiler. Yalnız su ve ot ile geçim olamayacağına göre, harâmda müsâmahadan başka bir çâre görmemiş, dinin bu kutbunu kökünden atmış ve helâl ile harâm arasında bir fark gözetmemiş oldular.
Bu görüş, hakikatten çok uzak bir görüştür. Çünkü helâl de açık ve meydânda, harâm da. Ayrıca bunlann arasında bâzı şüpheli şeyler vardır. Hâl ve vaziyet ne kadar değişirse değişsin, bu üçü (helâl, harâm ve şüpheliler) birbirinden ayrılmaz.
(İmâm-ı Gazâlî (r.âleyh), İhyâu Ulûmi’d-dîn, c.2, s.231-232)