Özetle Ehli Sünnet İtikadı
Özetle Ehli Sünnet İtikadı. Ehl-i sünnet, Peygamberimiz (asm) ve sahabeyi örnek kabul eden Müslüman toplumunun büyük bir kısmına denir. Sünnete bağlı olduğu ve cemaat ruhundan ayrılmadığı için “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat” adıyla da anılır.
Allâh (c.c.)’dan başka ilâh yoktur. Bütün kemâl sıfatlarıyla muttasıftır. Bütün noksan isimlendirmelerden de münezzehtir. Allâh (c.c.)’un dişilik erkeklik düşünülmemek kaydiyle melekleri vardır. Kur’an Allâh (c.c.)’un kelâmıdır. Mahlûk değildir. Âhiret hayatı haktır. Cesedler haşrolunur, ruhlar yerine döner. Aynı şekilde cezâ, hesap, sırat ve mizân da haktır.
Cennet, cehennem de yaratılmış haldedir. Yani cennet ehli cennette, kâfirler ise cehennemde ebedi kalırlar. Müslim olan ise, büyük günâh işlemiş olsa bile ebedi cehennemde kalmaz, en sonunda cennete gider. Küçük günâhların bağışlanması ise tevbesiz de olsa caizdir.
Başta Resûlullah (s.a.v.) olmak üzere Allâh (c.c.)’un izin vereceği herkesin şefâatı da caizdir.Kabir azâbı haktır. Münker ve Nekir’in suâli haktır. Peygamberlerin mucizelerle desteklenerek gönderilmesi haktır ve Adem (a.s.)’dan son Peygamber (s.a.v.)’e kadar bu olmuştur. Ondan sonra da peygamber gelmeyecektir. Resulûllah (s.a.v.)’den sonra hak imâm Ebubekir Sıddık (r.a.)’dır. İmâmeti (Halifeliği) icma ile sabittir.
Resûlullah (s.a.v.)’den ise herhangi bir kimsenin imamete tahsisine dair nass yoktur. Ondan sonra Ömer’ül-Faruk, sonra Osman Zi’n-Nureyn ve Aliyylül-Mürteza (r.a.e.) gelir. Üstünlük sıraları da aynı sıraya göredir. Evliyanın kerâmetleri haktır.Küfür, imânın zıddı ve yokluğudur. Öyleyse, hiçbir kıble ehli küfürle itham edilemez. Ancak Resûlullah (s.a.v.)’in bildirdiği ve ister istemez herkes tarafından bilinecek şeylerden birini inkâr veya üzerine icma-i ümmet yani kesinleşmiş esaslardan vaki olan bir şeyi inkar, ya da haramları helâl saymakla kişi küfre girer. Bunun dışındaki şeyleri inkâr eden ise bid’atçı olur, kâfir denmez.
Kadere imân haktır. Allâh (c.c.) ne dilerse o olur, neyi ki dilemedi o olmaz. Küfür ve günâh onun yaratması ve iradesi ile gerçekleşir, rızasıyla değil.
(Adûdüddin el-îcî, Akaidi Adudiyye, s.160-163)