Aşırı Arzu ve İsteklere Karşı Zühd
Aşırı Arzu ve İsteklere Karşı Zühd. Her ne şekilde olursa olsun kul, nefsinin kötü arzularından gönlünü çekerse, bütünüyle dünyadan gönlünü çekmiş olur. İşte bu, insanın nefsine karşı zühd hâlini elde etmektir.
Geçici ve fâni şeylerden gerçek mânâda gönül çekmek, baki olan ahiretten de gönlü çekmeyi gerektirir. Çünkü kul, fâni dünyadan gönlünü çektiği halde, baki olan ahiret nimetlerinden gönlünü çekemeyebilir. Bu durumda da içinde bir rağbet ve arzu bulunmuş olur. Oysa baki olan ahiret nimetlerinden gönlünü çektiğinde, fâni olan dünyadan zaten gönlünü çekmiş olur. Çünkü dünya, ahiret için istenir. Ahiret nimetleri elbette Müslümanlar açısından değerlidir, fakat hedef bu nimetler değil en nihayetinde Cenâb-ı Hâkk’ın rızası ve cemâli olmalıdır.
Dünyanın aslı hevâ ve heveslere düşkünlüktür. Bazen insana bir konuda zühd hâli verilir, diğer alanda verilmez. Meselâ, kul dünya malından gönlünü çeker, fakat nefsin kötü arzularından gönlünü çekemez. Yine ev-ocak yapmaktan gönlünü çeker fakat giyim kuşam ve yemek konusunda zühd hâlini elde edemez. Dünya malından gözünü gönlünü çeker, fakat herhangi bir günâhtan veya hevâsının kendisine galip gelmesinden dolayı makâm ve mansıptan gönlünü çekemez. Her ne şekilde olursa olsun kul, nefsinin kötü arzularından gönlünü çekerse, bütünüyle dünyadan gönlünü çekmiş olur. İşte bu, insanın nefsine karşı zühd hâlini elde etmektir. Çünkü nefis, dünyaya rağbetin kaynağıdır; hevâ (kötü arzular) ise nefsin ruhudur. Yunus b. Meysere el-Geylânî (rh.a.) şöyle demiştir: “Dünyaya karşı zühd sahibi olmak, helâl olan şeyleri nefsine haram yapmak, elindeki malı zayi etmek değildir.
Dünyaya karşı zühd, Allâh (c.c.)’un katındaki nimet ve sevâplara kendi elindeki maldan daha fazla güvenmen, bir musibete uğradığındaki hâlinin, musibetten önceki hâlinle aynı olması, hâkk yolda seni kınayanla övenin bir farkı olmamasıdır.”
(Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 2.c., 512.s.)