Aşura Gününün Fazileti

10 Muharrem 1442 Aşure günü. Aşure Gününün Fazileti başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz.


Aşûrâ gününün fazîletlerindendir ki, Hz. Hüseyin (r.a.) o gün şehît olmuştur. Hz. Hüseyin (r.a.)‘in şehîd edilmesi, Allâhü Te‘âlâ’nın, Nebî (s.a.v.)’in torununun derecesini yükseltmek, kerâmetini kat kat arttırmak, şehitlik sebebiyle, şehidlerin önderi durumunda olanların derecesine ulaştırmak için, Allâh (c.c.) katında günlerin şerefli ve büyüğü olan Aşûrâ gününde olmuştur. Şehît olduğu gün, musibet günü olsa idi, pazartesi günleri matem tutulurdu. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.) o gün irtihâl etmişti. Bunun gibi, Ebûbekr-i Sıddîk (r.a.) irtihâli de aynı gün olmuştur.
Aşûrâ gününün üstünlüklerindendir ki, Allâhü Te‘âlâ o gün peygamberlerini düşmanlarından kurtardı. Fir’avn’ı ve kavmini o gün helak eyledi. Gökleri, yeri, Âdem (a.s.)’ı ve daha birçok şerefli şeyleri o gün yarattı. O gün oruç tutanlara büyük sevâp ve mükâfatlar hazırladı. O günde orucu, günahlara keffâret eyledi. Bunun için Aşûrâ günü, iki bayram, Cum’a, Arefe ve bunlara benzer şerefli günler gibi oldu. Aşûrâ günü musîbet ve matem günü olsa idi, sahabe ve tabiîn (aleyhimürrıdvan) matem günü kabul ederlerdi. Çünkü onlar o zamana bizden daha yakîn idiler. Hâlbuki onlar Aşûrâ günü çoluk çocuğunu sevindirmek, giydirmek ve oruç tutmak gibi şeyler yaptılar.
Hadîslerde; “Aşûrâ gecesini ihyâ edeni, Allâhü Te‘âlâ dilediği şekilde ihyâ eder.” ve “Her kim Aşûrâ günü oruç tutarsa Allâhü Te‘âlâ onu Firdevs-i âlâ’ya varis kılar.” buyurulmuştur. (Kenzü’l-Ummâl)
İbn-i Abbâs (r.a.)’den bildirilen diğer bir hadîs-i şerîfde ise: “Bir kimse Aşûrâ günü oruç tutsa, Allâhü Te‘âlâ ona bin şehit sevabı verir. Aşûrâ günü oruçlu olan için, yedi gök ehlinin sevabını yazar. Aşûrâ günü iftar ettirse, Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’in hepsine iftar ettirmiş, karınlarını doyurmuş gibi sevâp yazılır. Aşûrâ günü bir yetimin başını okşayanın, yetimin başındaki saçları sayısı kadar cennette derecesi artar.” buyurulmuştur. (İbn Abbas (r.a.))


(Abdulkâdir-i Geylânî (k.s.), Gunyetü’t-Tâlibîn, 352-353.s.)