Zekât Verilebilecek ve Verilemeyecek Yerler
Zekât Verilebilecek ve Verilemeyecek Yerler. Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda mala sahip olan kimselerin Allah rızası için belirli kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Peki, Zekat kimlere verilir? Kimler zekat vermeli? Zekat kimlere verilmez?
Aralarında doğumdan mütevellit bağ olan kimselere, yâni ne kadar yukarı çıkılırsa çıkılsın baba ve dedeye, ne kadar aşağı inilirse inilsin çocuk ve toruna veya ikisi arasında evlilik olan kimseye, yâni kocanın karısına zekât vermesi, menfaatlerde ortak oldukları için caiz değildir.
Karının kocasına zekât vermesi ise caizdir. Zekâtın zengine verilmesi caiz değildir. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.): “Zengin için sadaka (zekât) helâl olmaz” buyurmuştur. Zenginin çocuğuna da zekât caiz değildir. Çünkü çocuk babasının malı ile zengin sayılır. Her ne kadar nafakası babası üzerine ise de büyük çocuk bunun aksinedir.
Zenginin karısı da böyledir. Çünkü eğer zenginin karısı fakir ise, kocasının zengin olmasıyla zengin sayılmaz. Takdir edilmiş nafaka ile de zengin sayılmaz. Zekât verilen kimseyi zengin edecek kadar çok vermek mekruhtur.
Zekât veren kimsenin zekâtını, yakını olmayan veya muhtâc olmayan için başka bir memlekete götürmesi mekrûhdur. Çünkü o götürmede çevresinin hakkını yok etmek vardır. Yâni şayet zekât veren kimse, zekâtı yakınına ve kendi memleketi halkından daha muhtâc olan bir topluluğa götürse, o götürmede sıla-ı rahim veya onda ihtiyâcı gidermek daha çok olduğu için mekruh olmaz. Eğer onlardan başkasına götürürse, mekruh olmasına rağmen caizdir. Çünkü zekât verilen kimseler mutlak fukaradır.
Fakire bir gün için onu dilenmekten kurtaracak kadar tasadduk mendûbdur. İçinde bulunduğu gün için yiyeceği olan kimsenin dilenmesi de helâl değildir.
Hayatta olan bir fakire ait bir borcun, kendi emri olmaksızın zekât malından ödenmesi caiz değildir. Fakirin emri ile verilmesi durumunda ise; zekât malı, borçlu olan fakire verilmiş gibi olurken, teslim alan kişi de zekâtı almakta fakirin vekili gibi olur.
(Molla Hüsrev, Gurer ve Durer, s.336-340)