Türkler arasında İslâmiyet’in ilk yayılışı diğer yabancı dinlerle hemen aynı devre rastlar. Filhakika Şarkta Uygur, şimalde Hazar ve garpte Tuna Bulgarları, sıra ile, Mani, Musa ve İsa dinlerini resmen kabul ederlerken, Mâverâünnehir’de de İslâmiyet VIII-X. Asırlar arasında yayılmış ve İslâm medeniyeti çok yüksek bir seviyeye ulaşarak diğer Türk ülkelerini te’sir ve câzibesi altına almaya başlamıştı. Yeni dinin yayılabilmesi için Abbâsîler zamanını beklemek gerekiyordu. İslâm devrinden önce dinî bir birliğe sahip olmayan Mâverâünnehir’de İslâmiyet kuvvetlenir ve onun yüksek medeniyeti karşısında bu dinler tedricen kaybolurken bu münasebetle bu ülkede bir kültür kaynaşması vuku bulur. Bu sayede Türkistan İslâm medeniyetinin kuruluşunda yetiştirdiği büyük ilim ve fikir adamları ile müstesnâ bir mevki kazânır. Gerçekten bu ilk devrede yetişen Türk âlimleri arasında bu medeniyetin kuruluşu ve İslâmiyet’in yayılışı bakımından çok önemlidir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife’nin dostunun oğlu olan Abdullah bin Mübârek el-Türkî (736-798) gibi tefsir, hadîs ve fıkıh ilimlerinde mühim bir sîmanın Merv’de yetişebilmesi İslâmiyetin ne derece kuvvetlenmekte olduğunu gösterir. Türkistan, böylece, ilmi, kültürü, büyük şehirleri, yüksek iktisadî ve içtimaî hayatı ile İslâm medeniyetinde çok ileri bir seviyeye ulaşmıştı ki, X. asır İslâm coğrafyacılarının eserleri bu hususta çok zengin ve hayranlık veren sahifelerle doludur. İslâmiyet halife Mu’tasım zamanında (833-842) buralarda o derece yerleşmişti ki, dinî kargaşadan kurtulan Mâverâünnehir halkı, manevî bir birliğe kavuşmuş ve artık şamanî Oğuzlara karşı da gazâya başlamıştır. (Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, s.159-161)