Tevâzû, sözlükte boyun eğmek demektir. Örfte, insanın, makam ve azâmetinin gereğinden çıkması, emsalinin derecesinden inmesidir. Hakîkati araştıran âlimlere göre, tevâzû; kulun, kendi nefsi için bir değer, bir kıymet ve bir üstünlük görmemesi, içinde bulunduğu hâli, hak ettiğinden daha büyük görmemesidir. Tevâzû’nun en geçerli olanı, hiç kimseye yaltaklanmadan ve zillete düşmeden, ölçülü, tutarlı ve itidalli bir şekilde bulunmaktır. Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde tevâzu üzerinde önemle durulmaktadır. “Rahman’ın iyi kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde alçakgönüllü yürürler. Cahiller kendilerine takıldıkları zaman da, onlara “selâm” deyip geçerler. Onlar mü’mînlere karşı şefkâtli ve merhametlidirler. Her zaman onları rükûda iki büklüm ve secdede kıvrım kıvrım bulursun!” (Furkan s. 63) Şeyh Sadî diyor ki: “Ey insan! Allâh (c.c.) seni topraktan yarattığı için alçak gönüllü ol. Ateş gibi hırslı, inatçı olma ve dünyayı yakma. Korkunç ateş yükseldi, sivrildi. Toprak ise tevâzu gösterdi. Ateş böyle yükseldiği, yani kibirlendiği için ondan la’netlenmiş şeytan yaratıldı. Toprak alçakgönüllülük gösterdiği için ondan da Adem (a.s.) yaratıldı.” Ebû Zeyd (r.a.) der ki: “Kul, yaratılanlar arasında, ondan daha şerlisi olduğunu sandıkça, o mütekebbirdir, büyüklük taslayandır.” Ona denildi ki: “Pekiyi ne zaman mütevazi olur?” cevâben şöyle dedi: “Kendisi için söz ve hâl hakkı görmediğinde.” Mütevâzi, boyun eğdiği zaman kendini, yaptığının üstünde gören kimse değildir. Mütevazi; boyun eğdiğinde kendini, yaptığının altında görendir. Tevâzû, bâzen Rabbinin büyüklüğünü hissettiğinde olur. Bu gerçek tevâzûdur. Bâzen de tevâzû, kulun kendi noksanlarını gördüğünde olur. İlk tevâzû, nefsi söndüren, onu eriten benlikleri yok eden kibir ve başkanlık tuzağını nefisten söktürür. İkinci tevâzû ise, kulun fazilet derecelerine yükselmesini sağlar. (Muhammed Alevî Mâlikî (r.h.), Kâmil İnsan Hz. Muhammed (s.a.v.), s.150)