İslâm’dan habersiz olarak, müsteşrik kafasıyla ona yaklaşan ve çirkin yalanları ve iftiralarıyla İslâm tasavvufuna saldıranlara aslında pek diyeceğimiz yok. Ancak bir de şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var ki, asıl sakat görüşler bu tür zümrelerden gelmektedir. Tasavvuf adına getirilmiş bid’atler yok mudur? Elbette vardır. Özellikle son zamanlarda İslâm’a muhalif düşünce ve davranışlara sahip olanların uydurdukları bir takım sapık tarikâtlar vardır. Ama bunlara bakarak tasavvufun hakikâtini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaktan başka bir şey değildir. Şeriat adına tasavvufu inkâr edenler, bizzat şeriatın cahilidirler. Tasavvuf, Ehl-i Sünnet’e göre, Şer’i hudutları muhâfaza ederek Allâhü Teâlâ’yı zikirde müdavim olmak ve rıza makâmına ulaşmak olarak kabul ve tavsiye edilir. Kulun her hareketinde Allâhü Teâlâ’dan bir an bile gafil kalmayarak, Allâhü Teâlâ’ya devamlı olarak zikretmesidir. Nitekim büyük mutasavvıflardan Cüneydi Bağdadi (k.s.) tasavvufu tanımlarken: “Tasavvuf, kalbin Hâkk Teâlâ’dan gayrisiyle alâkasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullâh ve kendinden geçip hakkı dinlemek ve emri ilâhiye ve sünneti seniyeye ittiba ve ameldir” buyururlar. Tasavvuf insandan, insanlıktan bahseder. İslâm’ın özünü ve esâsını açıklar. Kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisini ve lazım olan bilgileri, sosyal adâbı, kul ile Râbbi arasındaki yakınlıkta ona fayda ve zarar veren şeyleri anlatır, ilahi hükümleri kalbe beyân ederken, fıkıh ilmine, kalp hastalıklarını ve ruh bozukluğunu tedavi eden ilaçları sunmada da tıp ilmine benzer. Kötü ahlâkı ve adi huyları, İslâm’ın ışığında fazîlete dönüştürmede tasavvuf en iyi bir vesiledir. Gâyesi, insan kalbinin ve ruhunun derinliklerine Allâh (c.c.)’a yönelme duygusunu yerleştirmektir. Neticesi de Allâhü Teâlâ’nın rızasına kavuşmaktır. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.184)