Sultan İbrahim, târihimizin en mağdur, en fazla iftira ve ta’rîze uğramış simalarından biridir. Onun mağduriyeti, asırlar geçmiş olmasına rağmen, hâlâ devam etmektedir. Başına bir felâket gelmiş, fevkalâde bir hâdise ile; bir siyasî ve askerî darbe ile devrilmiş olduğu için, aleyhinde söylenenlerden dâima şüphe etmek lâzımdır. Onu tahttan indirenler ve fecî bir şekilde katledip şehîd edenler, cinayetlerini halk nazarında meşru gösterebilmek için, ona “Deli” damgasını vurmuşlar, hunhar ve kadın düşkünü bir sefîh olarak lekelemişlerdir. Hâlbuki bu isnâdlar onun hayâtı devrinde cereyan eden vakaların akışı ile tamamen tezât hâlinde görünmektedir. Kendisini tahttan indirenlerden biri de ulemâdan Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi’dir. Onun Ravza-tü’l-Ebrâr zeylinde yazdıkları, Sultan İbrahim’i değil, kendi kadrini küçültücü, ifna edici ibarelerle doludur. Sultan İbrahim tahta çıktığında, halk ona büyük ümîdler bağlamıştı. Kendisi de cülusunda Cenâb-ı Hâkk’a ettiği duâda “Halkı hoş hâl eyle, birbirimizden hoşnûd eyle.” cümlelerini sarfetmişti. Eski devrin saray yaranını dağıtmış; kendisinin etrafında bulunanlara fazla servet elde etme imkânı tanımamak yolunu tutmuştu. İstanbul dâhilindeki dolaşmalarında ahâlinin ekmek almak için fırın önlerinde kuyruk olduğunu görmüş, bunun üzerine Sadrâzam’a “Sen ki lâlâmsın, İstanbul’da tebdil gezerken fırın önlerinde ekmek almak için bekleyenler gördüm. Tebeayı şahanemden hiçbirisinin ekmek almak için bir an dahi olsa beklemesine rızâyı şahanem yokdur. Bir hoşça mukayyed olasın…” mealinde bir hat yazmıştı. Bundan başka halkın zarurî ihtiyaç maddelerinin fiyatlarıyla dâima alâkadar olmuş; fukaranın zararına pahalılık vücûda getirilmemesini temin için müdâhalelerde bulunmuştur. Sadrâzamlarına zamanında çok âdil olarak isim bırakmak istediğini, bunun için gayret etmelerini defalarca bildirmiştir. Hattâ bâzı husûsî hatlarında ahâlinin meseleleri için duyduğu ıztırabı anlatmış; Allâh (c.c.)’a karşı büyük mesûliyetini dile getirmiş; bâzen bunun için sabahlara kadar uyuyamadığını ifâde etmiştir. (Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.2, s.186-187)