Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in isimlerinden biri, nübüvvet mührünün sahibi anlamında “Sâhibü’l-hâtem”dir. Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.), son Peygamber oluşuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Benimle diğer peygamberlerin durumu ev yapan bir adama benzer. Adam evini yapıp tamamlamış, onu güzelce süslemiş, yalnızca bir tuğlasını eksik bırakmıştır. Halk binayı gezmeye başlar, o eksik tuğlanın yerini görünce hayret eder ve “Şu tuğlanın yeri boş kalmasaymış ne güzel olacakmış” der. İşte ben, tıpkı o binada olduğu gibi, peygamberlik binasında yeri boş bırakılan tuğlayım; ben peygamberlerin sonuncusuyum.” Peygamberlik mührü kimileri tarafından “keklik yumurtası”na, kimileri tarafından da yeni evliler için kurulan “gelin-güvey çadırı”nın iri düğmelerine benzetilmiştir. “Hâtem-i nübüvvet veya Mühr-i nübüvvet” diye de anılan peygamberlik mührü, hem Fahr-i Âlem (s.a.v.) Efendimiz’in peygamber olduğunu hem de onunla birlikte peygamberliğin bittiğini, bir daha peygamber gelmeyeceğini gösteren mühür demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de ilgili âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur: “O, Allah’ın Elçisi’dir ve bütün peygamberlerin sonuncusudur” (Ahzâb s. 40) Bütün peygamberlerin sağ ellerinde peygamber olduklarını gösteren bir ben bulunduğu, Resûlullah (s.a.v.)’in peygamber olduğunu gösteren alâmetin ise iki kürek kemiği arasındaki ben olduğu belirtilmektedir. Hz. Âişe (r.anhâ)’nın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfe göre Cebrâil (a.s.), Efendimiz (s.a.v.)’in kalbini açtıktan sonra onu zemzemle yıkamış, tekrar yerine koymuş, açtığı yeri dikmiş ve üzerini peygamberlik mührüyle mühürlemiştir. Bunun ardından yaptığı işlemi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle ifâde buyurmuştur: “Sonra sırtıma mühür bastı; mührün temâsını kalbimde duydum.” (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.98-99)