“Mütevazî olmadıkça gerçek zâhid olamazsınız” buyuran Hz. Peygamber (s.a.v.), hayâtında kendisine ayrıcalık tanımamış; çevresinden de, normal bir insana göstermeleri gereken hürmetten farklı bir davranış içine girmelerini istememiştir. Hz. Âişe (r.a.) anlatır: “Sıradan bir erkek evinde ne ile meşgûl olursa, Resûlullâh (s.a.v.) de onlarla meşgûl olur, evinin kırık döküğünü elden geçirir, elbisesini yamar, düğmesini diker, pabucunu tamir eder, kendine ait özel işlerini görür, evi süpürür, hayvanlarını yemlerdi.” (Buhârî) Enes bin Mâlik (r.a.)’den rivâyet göre “Nebî (s.a.v.)’e bir kadın geldi ve ona şöyle dedi: “Şüphesiz benim sana bir hâcetim var.” Allâh Resûlü (s.a.v.) buyurdular ki: “Şehrin hangi yolunda oturmayı istersen otur. Ben de seninle otururum.” Nebî (s.a.v.) ihtiyaç sahibi köle olsun veya kadın olsun, onların ihtiyaçlarını görürdü. Nebî (s.a.v.)’in kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanmayışı da O (s.a.v.)’in tevâzûyu sevmesini göstermektedir. Bununla birlikte insanların fazîlet sahibi kimseler için ayağa kalkmalarına engel değildir. Ashâb (r.a.e.)’in Nebî (s.a.v.) için ayağa kalktıkları bilinmektedir. Ömer (r.a.)’den rivâyetle: “Allâh Resûlü (s.a.v.) buyurdular ki: ”Hristiyanların, Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi siz de beni övmeyin. Ben ancak bir kulum, bana Abdullah, Allâh’ın kulu ve O’nun Resûlü deyin.” (Buhârî) Yani Hristiyanlar Hz. İsa’yı övmede aşırı gitmişlerdi. Onu ilâh ve ilâhın oğlu yaptılar. Siz de beni överken yalana başvurmayın, mübâlağaya düşmeyin, aşırı gitmeyin. Zîrâ onların gözlerini, yaratılış delîllerini görmekten kör etmiştir buyurmaktadır. Allâh Resûlü (s.a.v.)’in Allâh (c.c.)’un kulu ve Resûlü olması, Allâh (c.c.)’a kullukta başkasının ona eşit olmasını gerektirmez. Zîra Allâh (c.c.)’a kulluk, rubûbiyyeti müşahâde-görmek ve ondan gâfil olmamaktır. Çünkü Nebi (s.a.v.), insan kemâlinin ta kendisi olan kulluk vasıfında, yaratılmışların en mükemmelidir. (Muhammed Alevî Mâlikî, (r.h.), Kâmil İnsan Hz. Muhammed (s.a.v.), s.151)