Osmanlı Kültürü Dinin Bozulmasına Maniydi başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz.
Bugün İslam âleminin içler acısı durumu ortadadır. İslamiyeti tamamen ortadan kaldırmak için bütün güçleri ile saldırıya geçmiş durumdadırlar. Bu amaçlarına ulaşabilmek ve “Misyonerliği” kolaylaştırabilmek için dinde reform projeleri hazırlanmaktadır. İçerideki reform faaliyetleri ile beraber yıkıcı reformist akımlar da ülkemize getirilmeye çalışılmaktadır.
19.yüzyılın ortalarından itibaren, Osmanlı’nın iyice zayıflaması ile Batı, özellikle İngilizler, İslâm’ı içeriden yıkmak için harekete geçti. İslam âleminin ilim merkezi olan, Mısır (Ezher), İstanbul ve Buhara-Semerkant hedef seçildi. Önce, Ezher ele geçirildi. Yetiştirdikleri, (M. Abduh, Reşit Rıza gibi) masonları buraya yerleştirdiler. Sonra burada eğittikleri kimseleri (Cemaleddin Efgani gibi) Tataristan’a göndererek büyük fitneler yaydılar.
İslâm’ı içinden yıkmaya çalışan akımlardan biri de, 20.yüzyılın başlarında ortaya atılan ve Rus idaresindeki Müslümanlar arasında “Ceditçilik” hareketini başlatan Musa Cârullah’ın fikirleridir. O tarihlerde ele geçiremedikleri sadece İstanbul kalmıştı. Osmanlı’dan kalma Ehli sünnet kültürü buna mani olmuştu. Şu anekdot bu kültürün gücünü ortaya koymaktadır:
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Moskova’da görevli diplomat olan Rıza Nur, hatıralarında şöyle bir hadise anlatır: “Mûsâ Cârullah ile zaman zaman görüşürdüm. Kendisi tuhaf bir adamdı; asabi, hislerine tâbi, ileriyi göremeyen biriydi. Bir kitap yazmıştı; müsveddelerini bana verip, Ankara’da bastırmamı ve Türkiye’de kendisine görev verilmesini istedi. Zamanın Adliye vekili Abdullah Azmi Bey’e dileğini ilettim. Cevap vermedi. Birkaç defa daha hatırlatınca, kitabın basılmasına razı olmadığı gibi bana şu cevabı verdi: Musa Carullah, içtihat kapısı açmak, dini değiştirmek isteyen, mezhepsiz, dinsiz biridir.”
İşte böyle Osmanlı’dan kalma sağlam bir alt yapı olduğu için İngilizlerin planı o tarihlerde Türkiye’de tutmadı. İstedikleri reformist fikir ortamına ancak seksen sene sonra ulaşabildiler. Son yıllarda dillerden düşürülmeyen, “Dinlerarası diyalog ve hoşgörü” faaliyetleri de bu çalışmanın bir uzantısıdır.
(Mustafa Sabri Efendi, Musa Carullah Bigiyef’e Reddiye, s.20-31)