Niyete Göre Amelin Hükmü
Niyete Göre Amelin Hükmü, niyet ibadetlerin ve sair işlerin başlangıcında çok önemli bir yer tutmaktadır. Niyet bir işin sonuca ulaşıp ulaşmayacağının anahtarıdır adeta. Niyete Göre Amelin Hükmü, yazımızda niyetin önemi anlatılmıştır.
Bil ki, amel; tâatlar, günâhlar ve mubâhlar olmak üzere üç kısımdır. Bunların niyete göre durumları ise şöyledir: Günâhların hükmü niyete göre değişmez. Bu sebeple, “Ameller niyete göredir.” hadisine bakarak günâhların niyetle tâate dönüşebildiğini zannetmek yanlıştır. Böyle bir zan, aynı zamanda Şeriatı yalanlamaktır. Çünkü Şeriat haramın hiçbir suretle helâl olmadığını söylerken, bu zan, haramın niyetle helâl olabildiğini iddiâ etmektir. Bu ise bir ukalalıktır. Ukalalığın sebebi ise cahilliktir. Onun için, Sehl et-Tüsterî (rh.a) şöyle demiştir: “Allâhü Te’âlâ’ya karşı işlenen en büyük günâh, câhil kalmaktır. Câhilliğin en kötüsü de câhil olduğunu bilmemek ve bunu kabul etmemektir. Câhilliğin kötülüğünden dolayı, Allâh Resûlü (s.a.v), “İlim aramak her müslümana farzdır.” buyurmuştur.” Aranması farz olan ilim, din ilmidir. Meşru faydalar sağlayan dünya ilimleri ise toplum için farz-ı kifâye, fertler için de fazilet ve üstünlüktür.
Şer, haram ve günâhlar niyetle değişmediğine göre, “Ameller niyete göredir.” hadisi, amellerin diğer iki kısmı olan tâat ve mubâhlara yöneliktir. Çünkü tâatların kabul şartı, Allâhü Te’âlâ’ya itâat etmeye niyet etmektir. Bu niyet bulunmadığı takdirde tâat geçersizdir. Ve eğer tâatla kötü bir niyet beslenirse, o zaman da tâat günâh hâline gelir. Mubâhlar ise, sabit hükümleri bulunmadığı için niyete göre tâat veya günâh hükmünü kazanırlar.
Tevbe etmekte olduğu gibi, niyet etmekte de sadece, “Niyet ettim.” demek yeterli değildir. Bunun yanında, niyeti arzu ve istek hâlinde kalbinde duymak ve onun önemine inanmak da gereklidir. Bu duyuş ve inanış olmadıkça, tevbe de niyet de gerçekçi olmaz. Onun için Allâh Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yalnızca dille tevbe etmek yalancıların tevbesidir.” Niyet için de hüküm budur.
(İmâm-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-dîn, c.4, s.664-671)