Muhterem ve mübarek Âmine Hâtun birkaç kelime ile doğum gecesini şöyle anlatmıştır: “O gecenin ilk saatlerinde gök ehli birbirlerine şöyle bağırışıyordu: “Ey sema ve yer ehli! Bu gece öncekilerin ve sonrakilerin seyyidi, insan ve cinlerin Resûlü, Haremeyn’in nebîsi, iki kıblenin imamı, dünya ve âhirette şefaatçi, cihanın sultanı, Allâh (c.c.)’un Resûlü Muhammed Mustafa (s.a.v.) dünyaya gelecektir.” Bu sesi duyunca yukarı doğru baktım. Kendimi nur içinde boğulmuş vaziyette gördüm. Yer ile gök arasına ipekten bir döşek döşemişlerdi. Bir meleğin elinde üç sancak bulunmakta idi. Onun yanında yeşil kanatlı çok sayıda melek vardı. Hepsinin yüzü açıktı. Çok güzellerdi. Üç sancağın birini doğuya, birini batıya ve diğerini de Kâbe’ye diktiler. Sonra dünyaya bir gulgule düştü. Ondan önce melekler yeryüzüne indiler. Abdülmuttalib’in evini yedi defa tavâf ettiler. Hepsi sevinç içindeydiler. Birbirine o âlemlerin maksudu olan kişiyi “Bu gece gelecektir” diye müjdelemekteydiler. Âmine Hâtun şöyle anlatır: “Baktım, oğlum Muhammed (s.a.v.) başını secdeye koymuş duâ ediyordu. Yaklaşıp elime almak, bağrıma basmak istediğimde, şu sesin geldiğini işittim; “İnsanların gözünden koru. O (s.a.v.)’e Âdem’in ahlâkını, Şit’in mârifetini, Nûh’un şecaatini (cesaret), İbrâhim’in hil’atını, İsmâil’in lisanını, Sâlih’in fesahâtını (açık ve güzel ifâde), Lokman’ın hikmetini, Yâkub’un tebşîrini, Yûsuf’un güzelliğini, Eyyûb’ün sabrını, Mûsâ’nın şiddetini, Yunus’un taatini (itaat), Yûşâ’nın cihadını, Dâvûd’un nimetini, Süleyman’ın heybetini, Danyal’in muhabbetini, İlyas’ın vakârını, Hızır’ın ilmini, Yahyâ’nın ismetini, Îsâ’nın remlini, hâsılı bütün Peygamberler (a.s.e.)’in bütün ahlâkını ona verdik. O (s.a.v.) bütün âlemlerin göz bebeğidir.” Bu sözleri duyunca dilim tutuldu. Aklım gitti. İki gözüm görmekte, kulaklarım da işitmekte idi. Ancak bunları anlayamıyordum. Bir anda O (s.a.v.)’i göremez oldum. Ancak bir göz yumup açıncaya kadar tekrar getirdiler ve önüme koydular. Sünnetli idi. Gözleri sürmeliydi. Beyaz bir kumaşa sarmışlardı. Bir bölük melek de yanında durmaktaydı. (Erzurumlu Mustafa Darir, Siyer-i Nebî, c.1, s.249)