Namazda Huşû

Rivâyet olundu ki, Hâkk Teâlâ Musa (a.s.)’a vahyederek: “Ya Musa! Beni andığın zaman vücûdun titresin, beni anarken huşû ve itminan içinde bulun, beni andığın vakit dilin kalbinin ardında olsun yâni düşünerek zikreyle münâcat için huzûruma geldiğin vakit, âciz bir kulun efendisinin huzûrunda durduğu gibi dur, çarpan bir kalp ve doğru konuşan bir lisân ile bana yalvar.” Yine rivâyet olundu ki Allâhü Te‘âlâ Hz. Mûsa (a.s.)’a vahyetti: “Ümmetimin âsilerine söyle, onlar bu hâlleri ile beni zikretmesinler. Çünkü, ben beni zikredeni râhmetimle anarım. Halbuki onlar beni andıkları zaman, ben onları lânetler, râhmetimden uzaklıkla anarım” buyurmuştur. Zikrinde gâfil olmayan âsiler hakkında hâl böyle olursa ya isyan ile gaflet bir araya toplanınca hâl ne olur?
İbrahim (a.s.)’ın namazda iken kalb atışları iki mil mesâfeden duyulurdu. Bunun gibi bir kısım cemaatin tüyleri diken diken olur, benizleri sararır vücûdları tirtir titrerdi. Bütün bunlar akli ve mantığin kabûl edeceği mümkün olan şeylerdir. Niçin mümkün olmasın. Bunlardan daha şiddetlisi, aslında âciz sayılan ihsân ve cezâlarının hiçbir kıymeti olmayan melikler huzûrunda, dünyâlık peşinde olan kimselerde görüle gelen şeylerdir. Hattâ melik veyâ vezirlerden birisinin huzûruna bir adam girip maksadını anlattıktan sonra çıktığı vakit melikin yanında kimlerin olduğundan veya melikin ne gibi elbise giydiği kendisinden sorulsa, yalnız kendi maksadiyle ilgilendiği için bunların hiçbirinden haber veremez. İşte Allâh (c.c.) huzûrunda da böyle olmak yaraşır. Bu sebebten bâzı sahâbe (r.a.e.): “İnsânlar kıyâmet günü dünyâdaki namazlarında gösterdikleri huzûr, sükûn ve namazdan tattıkları lezzet nisbetinde haşrolurlar.” buyurmuşlardır. Ahirette vücûd, kalbin ameline göre sûretlenir. Orada kurtaracak olanlar ancak kalb-i selîme sâhib olan kimselerdir.
(İmâm-ı Gazâlî (r.âleyh), İhyâu Ulûmi’d-dîn, c.1, s.443-444)