Müslümanlığını İlk Açığa Vuranlar ve Müşriklerin Zulmü

Müslümanlığını İlk Açığa Vuranlar ve Müşriklerin Zulmü. İlk önce Müslümanlığını açığa vuranlar yedi kişiydi: Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Ebû Bekir Sıddık, Ammâr bin Yâsir ve annesi, Sümeyye Hâtûn, Süheyb-i Rumî, Bilâl-i Habeşî ve Mikdad (r.a.e.).

Ebû Zer (r.a)’in rivâyetine göre ilk önce Müslümanlığını açığa vuranlar yedi kişiydi: Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Ebû Bekir Sıddık, Ammâr bin Yâsir ve annesi, Sümeyye Hâtûn, Süheyb-i Rumî, Bilâl-i Habeşî ve Mikdad (r.a.e.).
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e azâb edemezlerdi, amcası Ebû Tâlib önlerdi. Ebû Bekir (r.a)’e de cefâ edemezlerdi, kavmi çoktu. Ama diğer müslümanları, müşrikler tutar, zırh giydirip güneş altına bırakırlardı. Güneş, Müslümanları eritirdi. Bilâl-i Habeşi (r.a)’i tutarlar, çocukların ellerine verip Mekke sokaklarında gezdirirlerdi. Bilâl (r.a.) de “Ehad! Ehad!” derdi. Yâni onlar cefâ ettikçe Hâkk Teâlâ’yı kasdederek “Bir’dir! Bir’dir!” derdi. Mücahid (r.âleyh) şöyle nakleder: “Bilâl (r.a.)’i tutup boynuna ip takarlar ve çocukların eline verip onunla oynarlardı. Hattâ mübârek boynunu ip kesip iz eyledi. O yine “Ehad! Ehad!” derdi. Hz. Bilâl (r.a.) bir köle iken küfürden böyle ikrâh ederdi (tiksinirdi). Sabır ve sebâtı bu derecede idi. İmânın lezzeti, onların ettikleri azâbın şiddetini kendisine duyurmazdı.”
Urve (r.a)’in rivâyetine göre: “Kâfirlerin azâbından kurtarmak için Ebû Bekir (r.a.) îmana gelen köle ve cariyeden yedi kişiyi satın alıp âzâd etmiştir. Onlardan biri Zennire (r.anhâ) Hâtundur. İmâna geldiği için yine kâfir ol diye azâb ederlerdi. O da kabul etmez, belâya katlanıp sabrederdi. Sonunda azabdan gözleri görmez oldu. Kâfirler: “Lât ve Uzzâ, gözlerini böyle kör etti” derlerdi. O da: “Yok, vallâhi öyle değildir. Benim gözlerimi kör eden, Lât ve Uzzâ değildir” derdi. Sonunda Hâkk Teâlâ gözlerine nur verdi, görmeye başladı. Zennire (r.anhâ) bir kadın ve cariye iken İslâm yolunda cefâ ve belâya sabretti. Hâkk Teâlâ da inayet edip sabrı berekâtına gözünün nurunu ihsân eyledi.”
(İmam Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye, c.1, s.79-80)