Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurmaktadır: “…kulak, göz, gönül, bunların herbiri yaptıklarından sorumludurlar.” (İsra s. 36)
Ebû Derda (r.a.)’in şöyle dediği anlatılır. “Ey insanlar, nedir başınıza gelenler? Görüyorum ki, bir şey bilenleriniz (âlimleriniz) bir bir gidiyor. Bir şey bilmeyen cahilleriniz ise, bir şey öğrenmek istemiyor. Âlimlerin gidişi ile ilim kalkmadan bir şeyler öğrenmeye çalışınız.
Osmanlı Devleti ilmî müesseselerini yaptığı gibi hemen fetihleri müteakip sosyal müesseselerini de kurmaya başlamış, devletin hududu genişledikçe bu teşekkül de o nisbette artmıştır.
Şiilik Abdullah b. Sebe isimli bir Yahudi tarafından çıkarılmış ve tarihleri boyunca müslümanlarla savaşmış; ibâdet ve muamele yönünden Ehl-i Sünnet’ten büyük ölçüde ayrılmış bir topluluktur. Şiîlerin fıkıhla ilgili görüşlerinden bâzıları da şöyledir:
Beden yapısından ses tonuna, duygu dünyasından düşünce âlemine, sahip olduğu güçten suret ve şekline kadar birçok noktada erkekten farklı olan kadının sosyal hayatta kendisine yüklenen görev açısından erkekle eşit olması asla mümkün değildir.
Elimize geçen malları biriktirmeyip, bunları nefsimize, ailemize, dostlarımıza ve diğer tanıdıklarımıza dağıtarak yardım etmemiz, Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere emanet edip bıraktığı vasiyetlerinden biridir.
Kur’an okuyan kimse bir tesbih ve tekbir âyetine geldiğinde, hemen tesbih ve tekbir getirmeli. Bir duâ ve istiğfar âyetine geldiğinde dua edip istiğfarda bulunmalı. Korku ifade eden veya ümit veren havf ve recâ âyetlerine geldiğinde, azâbından Allâh (c.c)’a sığınmalıdır.
Cenâb-ı Hâkk’ın seçtiği kullar Allâh (c.c.)’un rızâsını kazanmaya gayret eder, âhiret yurduna hazırlanmaya çalışırlar.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm Allâhümma’hrusnâ bi-‘aynike’lletî lâtenâmu, ve’hfaznâ bi-ra’fetike’lletî lâterâmu, ve’rhamnâ bi-kudretike ‘aleynâ felâ tühlik ve ente sikatünâ ve recâunâ, yâ erhame’r râhimîne ve yâ ekreme’l-ekremîne.
Allâhü Teâlâ buyurdu: “Ölçekde ve tartıda hile yapanların vay haline ki, onlar insanlardan ölçekle aldıkları zaman haklarını tastamam alanlardır. Onlar insanlara ölçekle yahud tartıyla verdikleri zaman ise eksiltenlerdir.” (Mutaffifîn s. 1-2)
Cenâb-ı Hâkk ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman herbirinin meyvesine bakın. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (En’am s. 99)
Yatarken kıbleye dönerek yatmalıdır. Ya sırt üstü yatar, böylece ayakları ve yüzü kıbleye yönelik olur. Bu, yeni ölmüş bir ölünün durumunu andırır. Ya da, bir yanı üzere yatarak yüzünün kıbleye yönelik olmasını sağlar.
Allâhü Teâlâ, göndermiş olduğu vahye yani Kur’an’a ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetine tabi olup itaat etmelerini bütün insanlara farz kılmıştır. Kerim olan Allâhü Teâlâ kitabında şöyle buyurur:
Âyet-i Celîle’de şöyle buyrulur: “Yahûdîler, Allâhü Teâlâ’yı gereği gibi tanıyamadılar. Zîrâ […]
Tarih boyunca süregelmiş devletlere baktığımızda, herhangi bir bakımdan Enderun’a benzeyen bir okul göremeyiz. Devşirme sistemi ile toplanan çocuklardan en zeki ve kabiliyetlileri özel usullerle seçiliyor ve Enderun denilen saraydaki mektebe alınıyordu.
Münâfık erkek ve kadınlar dünyada iken kalplerinde küfür olduğu halde imân ettiklerini ilan edenler ve kendilerini insanlara öyle gösterenlerdir. Onlar mü’min görünen, müminlerle birlikte yaşayan, gerçekte ise onlardan olmayan kimselerdir.
“Habîb-i Zîşân’ım! Sen bilmedin mi ve sana haber gelmedi mi şol kimseden ki, Allâhü Teâlâ ona mülk ve saltanat verdiği için İbrâhîm’in Râbbi hakkında mücâdele etti. Ki o zamânda İbrâhîm:
Mısır’da iken, İmam Şafii (r.âleyh) Resûlullâh (s.a.v.)’den bir hadis nakletti. Topluluktan birisi dedi ki:
Batı dünyasında Cazari (Gazari) olarak bilinen ElCezeri, Cizre’de 1153 yılında dünyaya geldi. Adı İsmail olup babasının adı Rezzaz’dır. Cizreli büyük mucit, bilgisayarın temelini atan âlim, fen ve teknik adamı, robotlar, saatler, su makinaları vb. makineler mucidi ve dünyanın ilk sibernetik bilginidir.
Âyet-i Kerime’de şöyle buyrulur: “Göklerde ve yerde olan her şey kimindir?” diye sor. De ki: “Hepsi Allâhü Teâlâ’nındır. Allâhü Teâlâ, rahmeti kendine yazdı.” (En’am s. 12)
İslâm Hukuku, ceza hukuku adına dinin, canın, malın, neslin ve ırzın muhafazasına önem vermiş, bunlar hakkında Allâh (c.c.)’un koymuş olduğu sınırların aşılmaması istenmiş,