Enes bin Mâlik (r.a.)’in bildirdiği hadîs-i şerîfte Nebi (s.a.v.): “Ramazân Bayrâmı gecesinde, Allâhü Teâlâ, Şehr-i Ramazân orucunu tutmuş olanlara ecir ve mükâfaatlarını verip bayrâm sabahı meleklere emreder
İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe (r.a.), fıkıh, ilim, takvâ, hâfıza ve zabıt yönünden dünya imâmlarından birisidir. O dindarlığının, ibâdetinin, teheccüdünün, çok Kur’ân okumasının ve geceleri ibâdetle geçirmesinin yanında çok cömert ve çok zekî olan kimselerden sayılır. İmâm-ı A’zâm (r.a.), Kitâb’a ve Sünnet’e önem veren ve hadîs öğrenme konusunda çaba harcayıp, yolculuklara çıkan bir âlimdir.
İtikâf üç kısımdır. 1. Vacip: İki kısma ayrılır. Sözle adanarak vacip olan: “Allâh (c.c.) için bir gün veya bir ay oruç tutmak üzerime borç olsun” şeklinde mutlak veya “Allâh (c.c.) hastama şifa verirse bir gün oruç tutmak Allâh için üzerime borç olsun” şeklinde şarta bağlı olarak adanan itikâftır.
Cihâd-ı mukaddes îlânını, tâ Avustralya’da duyan iki Osmânlı Türkü’nün iftihâr edilecek destanı: Bunlar Avustralya’nın “Silver City” şehrine yerleşmiş iki Osmânlı’dır. Orada çalışarak hayâtlarını kazanmaktadırlar.
Dört büyük mezhep imâmlarından herhangi birisine ittibâ edip, onların sözleriyle hayatını sürdürüp, onların mezhepleri arasında telfik yapmadan, onların kadrini bilerek onların fıkhî görüşlerine dayanmak ve onlardan birisini taklit etmek gerekir
Dünyayı ifsât eden, insanı mutsuzluğa düçar eden sebep insanoğlunun dünya hayatını asıl maksadının dışına çıkarmasıdır. Dünya hayatı ahiret hayatı için bir vesiledir. Allâh (c.c.) dünya hayatının bir imtihandan ibaret olması dolayısıyla kullarının işledikleri amellerinin karşılığını ahirette verecektir.
“Ümmetin yetmiş üç fırkaya” bölüneceğine dair hadisi şerif, itikadi mezheplerin teşekkülü ile yakından alakalıdır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç, diğerleri cehenneme gireceklerdir.” buyuruyor. Sahabe-i Kiram (r.a.e.): “O müstesna olan fırka hangisidir, ya Resûlullâh?” diye sorunca, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Benim ve ashabımın yolunda olan cemaattir
Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sık sık dostlarının, arkadaşlarının durumlarını sormaları idi. Dostlarının hatırlarını lâf olsun diye sormuyorlar; onlara yiyecek, giyecek, para yardımında bulunmak için hatır soruyorlar, borçlarını üstlenmek, sıkıntılarına ortak olmak hususunda samimî bir tavır sergiliyorlardı.
Ebû Ubeyde (r.a.) doğası gereği Allâh (c.c.)’a ortak koşmaktan ve putlara tapmaktan hoşlanmazdı. Bundan dolayıdır ki Hz. Ebû Bekir (r.a.) onu tek olan Allâh (c.c.)’a ibâdet etmeye, putlara tapmamaya, cahiliye ahlâkını terk etmeye davet eder etmez, hemen kâbul etti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) onunla birlikte Resûlullâh (s.a.v.)’e gitti ve Ebû Ubeyde (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in huzurunda müslüman olduğunu ilan etti. Böylece ilk sıralarda müslüman olanlardan oldu
İsa (a.s.) öldürülmedi, göğe kaldırıldı. Allâhü Teâlâ, İsa (a.s.)’ı yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa (a.s.)’a ihanet ederek bulunduğu yeri haber veren, yahudi casusu bir münafığı, Hz. İsa (a.s.)’a benzeterek onu öldürtmüştür. Ayetlerde şöyle buyurulmuştur: “Yahudiler, İsa’yı öldürmek için, tuzak kurdular; Allâh da onların tuzaklarını bozdu. Allâh, tuzak kuranların, hilekârlığa karşı ceza verenlerin, en güçlüsü, en hayırlısıdır.” (Al-i İmran s. 54)
Osmanlı devrinde ilim denince sadece dini ilimlerin var olduğu sanılır. Hâlbuki Osmanlı medreselerinde yıllar boyu tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerle birlikte matematik, tıp, astronomi gibi fen bilimleri atbaşı gitmiştir. Zamanla müsbet ilimlerin medreselerde daha az okutulduğu görülüyorsa da bunların Osmanlı ülkesini tamamen terk ettikleri düşünülmemelidir.
Abdullâh b. Mes’ud (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı: “Allâhü Teâlâ günlerden dördünü seçti. Aylardan dördünü seçti. Kadınlardan dördünü seçti. Allâh’ın seçtiği dört gün şunlardır:
Bir cihazı imal eden firma, en güzel şekilde nasıl çalıştırılabileceğini gösteren kılavuzunu da yanına koyar. Eğer cihaz arızalanırsa tamir ettirmek için yine aynı firmaya müracaat ederiz. Eğer firmaya ulaşabilmemiz mümkün olmuyorsa yanında bulunan kılavuzu açar ve oradan bilgi ediniriz.
Kur’an-ı Kerim tam 1400 sene önce evrenin genişlediğinden haber vermektedir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişletiyoruz.” (Zariyat s. 47)
Resûlullâh (s.a.v.) bir gün devesinin üzerinde ilerlerken, arkadaşları da O (s.a.v.)’in önünde yürüyorlardı. Hz. Muâz (r.a.): “Canım sana fedâ olsun, Yâ Resûlullâh! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim emânetimizi senden önce almasıdır.
Ey iman edenler! diye başlayan Maide Suresi 51. âyetin ihtiva ettiği hüküm tüm müminleri içine almaktadır. Ayetin iniş sebebinin sadece bir kısım müminler olması, genelliğini etkilemez. Rivayet edildiğine göre, Ubâde b. Sâmit (r.a.) Hz.Peygamber (s.a.v.)’e demiş ki: “Benim bir takım yahudi dostlarım vardı. Ben Allâh ve Resûlü için onların dostluğunu bırakıyorum; Allâh’a ve Resûlü’ne sığınıyorum.”
Allâhü Teâlâ, peygamberlere: “Peygamberlik görevini yerine getirdiniz mi?” diye sorduğu zaman, onlar: “Evet, getirdik.” diyecek; ümmetleri ise “Bize ne bir müjdeci geldi, ne de bir uyarıcı!” diye itiraz edecekler.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz diğer aylara göre şaban ayında daha çok ibâdet ve taatte bulunurlardı.“Şaban benim ayımdır.” ve “Şaban günahları temizleyendir” buyurarak bu ayın kadrini yüceltmişlerdir. (Keşfü’l Hafâ) Hz. Enes (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)’in oruçların en üstünü hangisidir? sorusuna cevâb olarak: “Oruçların en üstünü Ramazan-ı şerîfe ta’zîm ve hürmet için Şa’ban ayında tutulan oruçtur
Bîrûnî, 973 yılında Harizm’de dünyaya gelmiştir. Çocukluğunu ve gençliğini 995 yılına kadar Harizmşahların sarayında geçiren âlim,bu sarayın terbiyesi ve eğitimi ile büyümüştür.Dönemin gözde ilimleri matematik, astronomi,tıp, coğrafya ve tarihi coğrafya ile ilgili bilgilerini bu sarayda kazanmıştır.
Kimileri, ‘tasavvufi eylemlere bakıyoruz, bir de Hindistan’da yogilerin veya Hint rahiplerinin vs. yaşantılarına bakıyoruz; ikisinin birbirine benzediğini görüyoruz. Öyle ise tasavvuf çoğunlukla eski Hint kültürüne dayanıyor, diyorlar. Bir kısmı da Eski Yunan’a Eflatun’un ideler alemine benzetmeye çalışıyor
Avrupa sanatının temelleri; mitoloji, esin perileri, ikonografi, felsefe ve estetiktir. […]