İmâm Gazalî merhum, İhyâ-i Ulum kitabında nakleder: “Hazret-i Musa (a.s.), Vacib Teâlâ Hazretlerinden sual edip
demiş ki: – Ya Rab, kullarının en ziyade zengini hangisidir? Vacib Teâlâ Hazretleri buyurmuşlar: – Verdiğime kanaat edenlerdir. – Ya Rab, hangisi daha âdildir? – Öz nefsine insaf edendir.” Kanaat demek, taksim olunan rızka razı olmak ve bu taksimin Rezzak-ı Hâkim olan Allâh-u Teâlâ Hazretlerinin işi olduğunu tasdik ve tahsin etmektir. Tamah ve hırs ise, bunun aksine, taksime razı olmamak ve o taksimi yapan Allah’ı (c.c.) hâşâ sümme hâşâ, hatalı saymak gibi kötü bir mânâ ifade eder. Nitekim Vacib Teâlâ Hazretleri Zührûf sûresinin 32’inci âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
“Biz dünya dirliğinde onların maişetlerini aralarında taksim ettik. Beraber yaşamış olsunlar, aralarında ülfet hasıl olsun, böylece alemin işleri nizamında kalsın diye, birinin derecesini öbürünün üzerine geçirdik. Rabbinin rahmeti, onların topladıkları (paradan) daha iyidir.” “Ey âdemoğlu, hacetine yeterin yanındadır. Sen ise seni azdıracak ve zulme daldıracak olanı istiyorsun. Ey âdemoğlu, ne az rızkına kanaat edersin, ne de çok ile doyarsın. Ey âdemoğlu, cesedin günah ve hastalıktan salim, meslek yolun emin, günlük rızkın yanında olarak sabaha çıktığın vakit seni Hak’tan meşgul ve rahatsız eden bitmez düşünce, hırs ve tamahtan ibaret olan dünya varsın helak olsun, yok olsun.”
Cenab-ı Hak sair günahlardan tevbeyi kabul buyurduğu gibi hırs, tamah ve kanaatsizlik günahlarından tevbe edenin
tevbesini de kabul buyurur. Tamah, hırs ve kanaatsizlik, insanı çeşitli ahlâksızlıklara ve mürüvveti parçalayan çirkinliklere sürükleyeceğinden kanaatla vasıflanıp ahlâklanmak farz kılınmıştır.
(Ahmed Kemaleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s.146,147)