Muhtar olan görüşe göre, “Allâh” ism-i şerîfî, İsm-i Â’zam-dır. Eğer biri: “İsm-i Â’zam’ın şartlarından biri, kendisiyle Allâh (c.c.)’a duâ edildiği zaman, duâsı kabul olunur. Kendisiyle bîr şey istendiğinde hemen verilir. Hâlbuki biz, kendisiyle duâ ediyor ve istiyoruz, çoğu zaman duâlarımızın kabul olunduğunu görmedik” diye sorsa, Cevâben deriz ki; “Duânın elbette edebleri ve şartları vardır. Onlar olmadan duâ kabul edilmez. Namazda olduğu gibi… Namazın şartları yerine getirilmediği zaman namaz kabul olunmadığı gibi, duânın şartları yerine getirilmediği zaman duâ da kabul olunmaz. Duânın ilk şartı, helâl lokma ile mideyi ıslah etmektir. Şöyle denildi: “Duâ semâ’nın anahtarıdır, o anahtarın dişleri ise helâl lokmadır.” Duânın şartlarının sonuncusu ise, ihlâs ve huzuru kalb’dir. Cenâb-ı Allâh’ın, şöyle buyurdukları gibi; “O halde siz, dini yalnız Allâh’a hâlis kılarak hep O’na duâ edin. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar!” (Mü’min s. 14) Gerçekten, insanın hareketi diliyledir. Huzuru kalb olmadan, diliyle ifade etmesi, kapı önündeki bir kişinin manasız sesler çıkartması veya bekçinin dam üstünde gürültü-patırtı koparması gibidir. Ama duâda kalb hazır olduğu zaman, o kalb ilâhi huzurda kendisine şefaatçi olur. Duâsı kabul edilir.” Şeyh Mueyyiddin El-Cendî (k.s.): “Zikri meşhur, haberi güzel, saygı gösterilmesi vacip ve neşredilmesi herkese öğretilmesi yasak olan ism-i a’zamın, hakikât ve manâ âleminde hakikâti ve manası vardır. Âlem-i sûri ve lafızda suret ve lafzı vardır. Ama İsm-i A’zam’ın hakikâti, ehâdiyyettir. Bütün kemâlleri ve hakikâti kendisinde toplamasıdır. Manası ise, her asırda var olan kâmil insandır. İsm-i A’zam’ın manası ve sureti, Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’nin varlığıyla vucûd buldu. Cenâb-ı Allâh, Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’ne kerâmeten, İsm-i Azam’ın öğretilmesini mubâh kıldı. (İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, c.1, s.37-39)