İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak kabul etmemek, her insanda, insan haysiyeti görmek, insan vakârına inanarak onu korumak, insanı suçlu da olsa lüzumsuz varlık saymamak, gibi kavramların anlaşılması Batı’da oldukça gecikmiş, gereği gibi hâlâ anlaşılamamıştır. İlk çağlarda cezalandırma, tamamen keyfî uygulamalara dayanıyordu. Kuvvetli olan zayıfa istediği şekilde işkenceler uyguluyor, ondan öcünü alıyordu. Meselâ, eski Roma’da kuvvet sahipleri istediklerini suçlu ilân eder ve cezalandırırlardı. Cezâ hukûku sahasında çağdaş milletlerde kabul edilen yüksek esaslardan hiçbiri Roma tarafından bilinmezdi. Roma hukûku insan ferdinin değerini anlamamıştır. Romalılarda kur’a çekilerek ölüm cezâsı verilebiliyordu. İki adamın karşılıklı birbirini öldürmeleri, çarmıha gerilenin çektiği acı ve vahşî hayvanların suçlu görülenleri parçalamalarından zevk alınırdı. Eski Yunan ve Romalılarda suçlu görülen kimsenin çocukları da cezalandırılırdı. Orta Çağ insanının durumu da farklı değildir. Bu çağ insanının belirmiş bir kişiliği yoktur. O, ağırlık merkezini dinde bulan bir kültür sistemi içinde, belli bir görevi olan uzuv gibidir. Kilise ve toplum karşısında erimiştir. Bağımsız ve saygıya değer hiçbir varlığı yoktur. Yeni ve yakın çağda da durum değişmemiştir. Meselâ, Fransa’da cezâların tek temeli suçlunun sindirilmesi, yaptığının keffâretini ödemesiydi. Yargıç istediği cezâyı veriyordu. Kânunda cezalar tayin edilmemişti. Cezâlar, mahkûmun tekerleğe gerilmesi, çuvala koyup suda boğulması, yakılma, kaynar suya daldırma, diri diri toprağa gömme, kolları ve bacaklar, dört beygire bağlayıp ayırma vb. yöntemlerle infaz edilirdi. Kılıçla kafa uçurularak ölüm, asillere mahsustu. Asilzâdeler ile halk ayrı cezalara çarptırılırdı. Asilzâdelere karşı işlenen önemsiz bir suç, çok ağır cezâyı gerektiriyordu. Bir isyânı ateşleyen kırbaçlanıyor, ama aynı adam asillere suç isnad ettiğinden dolayı ateşte yakılıyordu. Küçük çocuklar (8 ve 13 yaş) da idam edilirdi.

(www.mevlanatakvimi.com)

Bir Yorum Bırak