Orta çağlar tarihi, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi, iki cihânşümül dinin yayılışı, cihân hâkimiyeti ve nizâmı dâvâsı, birbirleriyle mücadelelerde dünya tarihinde müstesnâ bir ehemmiyet arzeder. İslâmiyet, daha büyük bir dâvâ ve kudretle yalnız bu dinin gelişmesine sed çekmekle kalmamış; onu yerleştiği yakın şark ve Akdeniz ülkelerinden de söküp atmağa, daha sağlam bir dünya nizâmı ve medeniyet kurmağa muvaffak olmuştur. Zira İslâmiyet, Hıristiyanlığın ana akidelerini bozduğundan, Teslis (üçleme) inancı ile putperestlik te’sirlerinden kurtulamadığına, hayat ve medeniyeti inkâr ederek, beşeriyetin saadeti için zarurî olan, madde-rûh dengesini kaybettiğine inanarak bu dini ilga ediyordu. Hıristiyanlık ilme ve medeniyete karşı şiddetli davrandı. İskenderiye kütüphanesinin yakılması, Şarkî Roma’nın büyük imparatoru Justinyanus’un Atina Felsefe mektebini kapaması ve birçok ilim adamının öldürülmesi veya İran’a kaçması bu dinin medeniyet ve hayata aykırı mücadelelerinin göze çarpan ilk misallerini teşkil eder. Papalığın, ilim ve akıl ile birlikte, hayatı da inkâr eden otoritesi Orta çağ Hıristiyan dünyasını bir karanlık devre düşürdü; taassup ve suiistimaller üzerinde kurulan bir kilise hâkimiyeti, asırlar boyunca, insanları zulüm ve cendere altında tutmağa çalıştı. İslâmiyet ise ilim ve akıl yolunu benimsiyor; Kur’an ve Hazret-i Peygamber (s.a.v.) insanları muhakemeye ve bu vasıta ile ilâhî hikmetleri düşünmeğe davet ediyordu. Böylece İslâmiyet ilim ve din, akıl ve imân, madde ve ruh, hayat ve ahiret arasında tam bir denge kuruyor; bu suretle insan tabiatına uygun esasları ile beşeriyete medeniyet ve saadet yollarını açıyordu. İslâmiyet, beşeriyeti dâlaletten kurtarmak ve hidâyete eriştirmek dâvâsı ile zuhûr etmiş; kendine mahsus bir dünya sulhu ve nizâmını da birlikte getirmiş ve bu suretle yeni bir cihân hâkimiyeti mefkûresi başlamıştı. (Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, s.151-152)