İlmi Aramak ve Yaymak Görevimizdir
İlmi Aramak ve Yaymak Görevimizdir. Peygamber Efendimiz “İlim gayesiyle çalışan ve yol alan kimseye Hâkk Te‘âlâ (c.c.) cennet yolunu açıp oraya varmayı kolaylaştırır” buyurmuştur.
Bizlere vekâleten Efendimiz (s.a.v.)’e verilen ahidlerden biri de şudur: Bulunduğumuz kentte veya kasabada, dinî ve şer’i ilimleri bize öğretecek bir kimse bulamazsak, bu ilimleri okutup öğreten bir memlekete veya kente gideceğiz. Çünkü ilim yolunda bu sefer hali, vâcib olan bir hicrettir. Zira vâcibi ikmâle yarayan nesne vâcibdir. Birçok insanlar bu ahid gereğince amel etmemiş, bulundukları şehirlerde kendilerini eğitecek bilginler bulunduğu halde ve belki de bu bilginlerle kapı komşusu oldukları halde, değil uzaklara gitmek bu yakınlarından dahi faydalanmadan Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in bu emrini ihmâl etmişler ve böylece cahil olarak ölüp gitmişlerdir. Bundan dolayı bilginler şöyle demişlerdir: “Abdestin nasıl alınacağını, namazın nasıl kılınacağını bilmeyen bir kimse, tesadüfen sıhhate uygun tarzda abdest alıp namaz kılsa onun bu ibâdeti sahîh değildir.”
Şu hadîs-i şerîf bu konunun ispatına yeterlidir: “Emrimiz veya tavsiyemiz olmayarak yapılan ameller geri çevrilir.” Meselâ bir kişinin diğerini görüp onu taklit ederek, namazını kılması, nikâhlanması, ticaret yapması, hacca gitmesi gibi mahiyetini ve nedenini bilmeden sırf başkalarını taklit etmek suretiyle yaptığı bu ibâdetlerin tümü fâsiddir; Allâh (c.c.) katında kabul olunmaz.
Müslim’in naklettiği bir hadîste, “İlim gayesiyle çalışan ve yol alan kimseye Hâkk Te‘âlâ (c.c.) cennet yolunu açıp oraya varmayı kolaylaştırır” buyurulmuştur.
Tirmizî ve Hâkim de şu hadîsi rivâyet ederler: “Bulunduğu evden ilim öğrenmek gayesiyle çıkan kişiyi gökteki melekler, yaptığından hoşnut kaldıklarından, kanatlarını açıp korurlar.”
Taberanî ise şu hadîsi rivâyet eder: “Sabah erkenden hayırlı bir şey öğrenmek veya öğretmek arzusu ile mescide giden bir kişinin Allâh (c.c.) katında ecir ve sevâbı, tam hacı olmuş kişinin ecir ve sevâbı kadardır.”
(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.53-54)