Mahmûd-ı Gaznevî, azâmeti, tavırları, yiğitliği, ve adâleti ile tanınır. Türk ordularının başında bulunduğu tarih, İslâm Asya’sının en şerefli bir devresidir. Mahmûd-ı Gaznevî, cesâret ve atılganlığı nispetinde dînî meselelerde üstün idi. Bir taraftan putperestler arasında dîni yaymaya çalışırken, diğer taraftan İran ve Horasan bölgelerini karışıklık içinde bırakan çok çeşitli mezheplerin zararlı propagandalarını ortadan kaldırmağa uğraşmıştır. İran ve Irak’ta Şiîliği yaymağa ve güçlendirmeğe çalışan Büveyhoğulları’na indirdiği darbe İslâm’ın tevhîd gayesini hedeflemiş bulunuyordu. On yediye varan Hindistan seferlerini ise dini yaymak gibi mukaddes bir maksat uğrunda yapmıştı. Gazneli Mahmûd’un İslâm’ı yükseltmek hususundaki bu parlak gayret ve fedakârlığı, kendine İslâm âleminin ebedî minnet ve şükranını kazandırmış, Abbasî hâlifesi bu İslâm serdarına “Emînü’d-devlet (Devletin Güvencesi)” ve “Yemînü’d-devlet (Devletin Uğuru)” unvanlarını vermek sûretiyle ortak hislere tercüman olmuştur. Gaznelî Mahmud Hindistan hakkındaki düşüncelerini gerçekleştirmek için, hicretin 404’üncü senesinde, cihâd istikâmetini yine o zengin kıta’ya yöneltti. Bu defa putperestliğe kat’î darbeyi indirmeğe azmetmişti. Hintlilerin inanışlarınca 40 bin senelik olan büyük putun bulunduğu şehir üzerine yürüdü. Putperestler asırlık ma’budlarını kurtarmak için, kudurmuşçasına bir gayretle karşı koymaya başladılar. Fakat siyâsî ustalığı nisbetinde askerî taktik ilminde de eğitimli olan Gazneli Mahmûd, askerî kültürü ile Hintlileri aciz bıraktı. 3 büyük heykelin bulunduğu Mardiye şehrini zapt etti ve bu meşhur putu parçaladı. Lahor, Konuç, Gelçent, Delhi, Şirve, Keşmir gibi büyük beldeleri İslâm havzasına soktu. Merhum Sultan Gazneli Mahmûd, hicretin 416 senesinde, dillere destan olan meşhur Sumnat’ın fethedilmesiyle neticelenen seferi başlattı. Hind seferlerinin en meşhuru ve en büyüğü Sumnat seferidir. Bu seferle Hindistan’ın en büyük putunu ortadan kaldırdı ve Hintliler arasında İslâm yayılmaya daha hızlı bir şekilde devam etti. (Ziya Nur Aksun, İslâm Tarihi, c.2, s.38)