Helal Kazancın Önemi
Helal Kazancın Önemi. Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Kişi kendi bileğinin gücüyle kazandığından daha hayırlı bir yiyecek yemiş olamaz.”
Tüccar ve sanatkarların çoğu, takvâlarının azlığı ve verâ sahibi olmamaları sebebiyle mallar arasında ayrım yapmaz ve haram olanlardan yüz çevirmezler. İşte bu sebeplerle onların mallarında haram taraf ağır basar. Zira helâl, takvâ ve verâ sahibi olmaya bağlı bir husustur. Eğer insanlar arasında takva sahibi ve verâ ehli kimseler çoğalır ise buna bağlı olarak helal kazanç da insanlar arasında çoğalır ve yaygınlık kazanır. Takvâ sahibi kimselerin garip kalması ve verâ ehli kimselerin gizli kalması sebebiyle, buna bağlı olarak helâl mal ve kazançlar haramlar içinde tükenmeye yüz tutar.
Önceki salihlerde bu hassasiyet bulunduğu için, ilk nesillerde helâl mal ve kazanç mevcut idi. O devirde insanlar verâ sahibi idi; kendi hakları olmayan şeyleri almazlardı. Onlar takvâ sahibi kimselerdi; şüpheli kazanca düşecekleri korkusuyla hakları olan bazı şeylerden bile vazgeçerlerdi. Bundan dolayı helâl mal ve kazanç o devirde çoktu.
Atâ (rh.a.), Hz. Ali (k.v.)’nin şöyle dediğini nakleder: “Kerîm yani cömert ve şerefli olan kimse, hiçbir zaman bütün hakkını almaz, bir kısmını bağışlar!” Sonra da; “Bir kısmını söyledi ve bir kısmından da vazgeçti.” (Tahrim s. 3) âyetini okudu. Konuyla ilgili sahabeden gelen bir rivayet şöyledir: “Bizler, bir haram işleriz korkusuyla yetmiş helâli terk ederdik!”
Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle der: “Bizden önce yaşamış salih kişiler arasında öylelerini gördüm ki, kendisine bir helâl mal takdim edildiğinde: “Benim buna ihtiyacım yok; bunun kalbimi bozmasından korkarım!” derdi.
Hâlbuki o devirde yaşayan imâmlar ve yöneticiler de adâlet sahibi kimselerdi. Onların askerleri de, imâmlarına karşı takvâ üzere yardımlaşmakta, verilen ihsânları da hak ederek almaktaydılar.
(Ebû Tâlib El-Mekki, Kalplerin Azığı, 4.c., 507-508.s.)