En Büyük Keramet İstikamettir
En Büyük Keramet İstikamettir. En büyük kerâmet, Allâh’ın istediği şekilde kul olmaktır.
Peygamberlik da’vâsına kalkışmaksızın hârika haller göstermek anlamına gelen kerâmet mümkün bir olaydır ama gaye değildir. Yani Allâhü Te‘âlâ’nın üstün dostluğunu kazanmış bir veli, gerektiğinde maddî herhangi bir sebebe başvurmadan alışılagelmiş hâdiselerin dışında bir takım olayların zuhûruna sebep olabilir. Hakikatte o işi vücûda getiren Allâhü Te‘âlâ’dır.
Maddî işlerin maddî sebepleri olduğu gibi, ruhî hâdiselerin de ruhî sebepleri vardır. Gerçekte izin ve müsaade yalnız Allâh (c.c.)’dandır. Birisi maddî vasıtalara başvurur Ay’a çıkar, diğeri ruhunu aklayarak, nefsini paklayarak göklerde olup bitenleri temâşâ eyler. Bizde veli, evliyâullah denilince veliliğin şartlarındanmış gibi akla hemen kerâmet gelir. Halbuki velilik imân ve takvâ işidir, Allâh (c.c.) ile kulları arasındaki bir sırdır, Allâh (c.c.) için ihlâs ve samimiyettir, O’nun dinine sımsıkı sarılmaktır.
En büyük kerâmet, Allâh (c.c.)’un istediği şekilde kul olmaktır. O’nun murâd buyurduğu şekilde kul hüviyetini kazanan birinin pek çok ibretli hâdiselere mazhar kılınmasının lâfı bile edilmez. Allâhü Te‘âlâ dilerse böyle bir kulunu havalarda uçurabilir, ateşte yakmayabilir, sesini binlerce kilometre uzaklara ulaştırabilir. Yeter ki kul, kulluk mertebesine yücelsin, yeter ki Yaratan kulunu sevsin ve onun eliyle harikulade işleri zuhûra getirmeyi irâde buyursun.
Bununla birlikte büyük zatlar rastgele kerâmet izhârından kaçınır, bunu yakîn inancın zayıflığı olarak yorumlar, kerâmet gösterme sevdâsını bir kadının hayız bezini teşhir etmesine eş değerde abes sayarlardı. Onlar, asıl ve en büyük kerâmetin Şeriat’ın öngördüğü edepleri uygulamak, güzel huy ve ahlâk sahibi olmak, bütün farz ve vacip vazifeleri vaktinde yerine getirmek, sünnet ve nafileler üzerinde duyarlılık göstermek, hayır işlerine koşmak, gönüllerde kin ve hâset bırakmamak, kalbi her türlü yerilmiş sıfatlardan arındırmak; hâsılı Hâkk’ın ve halkın hukukuna riâyet etmek olduğunu söylemişlerdir.
(İmâm Şaranî, Selef-i Sâlihîn’in Evliyâullah’ın Yüce Ahlâkı, s.23-25)