Ehli Sünnet’in Kalesi: Osmanlı Devleti

Ehli Sünnet’in Kalesi: Osmanlı Devleti. Osmanlı Devleti resmi görüşü doğrultusundaki Ehl-i Sünnet anlayışının güçlenmesinde ve yayılmasında medrese alimlerinin önemli rolü olmuştur.


Osmanlı Devleti kurulduğu topraklar üzerinde daha önce kurulmuş İslam devletlerinin bilim, düşünce ve inanç mirasını da devralmıştı. Selçukluların İslâm dünyasındaki üstünlükleri Ehl-i Sünnet olarak bilinen Sünnîliği savunarak dönemlerinde (İbn Kemal’in yaptığı gibi) Batınîliğe ve diğer akımlara karşı direnç göstermeleridir. Özellikle Nizamiye medreseleri ile Ehl-i Sünnet’in diğer mezhepler ve akımlar karşısında hakimiyyetini sağlamışlardır. Devletin resmi görüşü doğrultusundaki Ehl-i Sünnet anlayışının güçlenmesinde ve yayılmasında medrese alimlerinin önemli rolü olmuştur. Bu husus, Osmanlılar dönemi yönetim-ulema ilişikisinin hangi gelenekten alındığını ve uygulandığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Selçuklularda Ehl-i sünnet anlayış Nizamül Mülk ve Gazzâlî tarafından temsil edilmiştir. Bu durum Osmanlı medreselerindeki ulema tarafından devam ettirilmiş, İbn Kemal ve Ebussuûd Efendi gibi alimler Sünnî İslam inancını tüm alanlarda hakim olması için çaba göstermişlerdir. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar, Hanefi mezhebini benimsemiş, daha sonra Selçuklular da Hanefi mezhebinin görüşleri uygulanmıştır.
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra adâlet işlerini düzene koyarken mahkemelerde dört mezhebe mensup (Hanefi, Şafii, Malikî, Hanbelî) kadıların görev almasını emretmiştir.
İran’da XV. yüzyıllarda Hurûflerin sıkı bir takibata uğrayarak Anadolu’ya akın etmeleri ve XVI. yüzyılda devam eden Safevî Propagandası, Osmanlılarda iki büyük dînî dalgalanma ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple Ehl-i sünnet inancının sapkın akımlara karşı devletin öncülük ettiği kampanya, ulemayı koyu bir savunma psikolojisine sokmuştur. Başta zamanın ünlü Şeyhülislamları İbn Kemal sonra Ebussuûd Efendi olmak üzere, dönemin uleması bütün gücü ile Şiiliğe ve Ehl-i Sünnet dışı her türlü mezhebî ve tasavvufi eğilime karşı amansız bir mücadele başlatmışlardır.
(Ali Öğe, Şeyhülislâm İbn-i Kemâl ve Sünnîlik Anlayışı, s.323)