Prof. Mustafa Kara ile yapılan rüportajı istifadenize sunuyoruz: “Bir ülkede tıp fakültesi seksen yıl kapalı olursa kimlerin doktor olacağını düşünmek lazım. Şu an şeyhler de öyle. Hasbelkader tekkeye uğrayanlar şeyhliklerini ilan ediyor. Bunu denetleyecek bir kurum da yok 1925’te tekkeler kapandı. 1930 Menemen, bunun tuzu biberi oluyor. Hiçbir ses, hiçbir yayın, hiçbir kitap yok. Tekke kültürünü almış olan insanlar hayatta. Bir fonksiyon icra edemiyorlar ama en azından hayattalar. Çok sıkıntılı bir hayata düşüyor bir kısmı, o günlerde derviş olmak en büyük suç. Alim, arif insanlar bir gecede en menfur insan oluyor. 1940’lı yıllarda bile Osmanlı döneminde yetişen insanlar hayatta. Ama 70-80’li yıllardan sonra bir tasavvufi eğitimden geçmemiş insanlar, Abdurrahman Çelebi misâli şeyh olmuş. Bugün ana problem bu. Bunu ben şöyle formüle ediyorum; “Adı şeyh olanların yüzde doksanı şeyh değildir.” Şeyh olmak için bir şeyhin yanında yetişeceksin. Şeyhin seni bu işle görevlendirmiş olacak. Şu anda şeyh olanların büyük kısmı böyle bir terbiyeden geçmemiş. Bitirenlere de şeyhi böyle bir yetki vermemiş. Filanca şeyh efendiyi hasbelkader görmüş. Bir zamanlar hasbelkader onun tekkesine uğramış. O şeyh efendi ölünce “Halife benim” diyor. “Sen halife değilsin” diyen resmi bir makâm da olmadığı için problem büyüyor. Şu anda dünyayı kasıp kavuran şey kapitalizm, materyalizm ve sekülarizm. Öyle bir hal aldı ki dindarları da alt üst ediyor, dervişleri de. Bir tasavvufi lider holding başkanı olur mu? Hiç bu işe bulaşmaması gereken bir sistem, maddeye paraya boğuluyor. Peşinden şan ve şöhret ve diğer şehvetler geliyor. Öze dönüş tabii ki mümkün. Allâh (c.c.)’un sözü, Resûlullâh (s.a.v.)’in sözü elimizde. Gayret etmek lazım. İnsanların böyle bir hayatı hedeflemesi lazım. Basit, sade, tabii bir hayat tercih etmesi lazım…” (Tasavvuf Tarihi Uzmanı Prof. Mustafa Kara ile Yapılan Röportaj, Yenişafak Gazetesi)