Bir cihazı imal eden firma, en güzel şekilde nasıl çalıştırılabileceğini gösteren kılavuzunu da yanına koyar. Eğer cihaz arızalanırsa tamir ettirmek için yine aynı firmaya müracaat ederiz. Eğer firmaya ulaşabilmemiz mümkün olmuyorsa yanında bulunan kılavuzu açar ve oradan bilgi ediniriz. Eğer bizler de kendimizi Allâh (c.c.)’un yaratmış olduğu bir makine gibi düşünürsek bizim için en uygun olan yasaları yapacak olanın da “Kadir-i Mutlak” olan Cenâb-ı Hâkk olduğunu anlamış oluruz. Yaşadığımız toplumdaki sosyal hastalıkların da nasıl tedavi edileceğini Allâh (c.c.)’un bildirdiği metod ve programda buluruz. Çünkü beşeriyetin sıkıntı ve problemlerine çare olabilecek yegâne program odur. Eğer Allâh (c.c.)’un yasalarının yerine problemlerimizin çözümü için beşeri kanunlara yönelerek orada çare aramaya kalkışırsak elbette ki dünya ve ahirette bedbahtlardan oluruz. Zira bizler kesin bir şekilde biliyoruz ki onlar bizleri yaratmamıştır. Dolayısıyla onlar insan nefsinin derinliklerindeki sırları ve psikolojik yapıyı kavrayamazlar. Bunun içindir ki Allâh (c.c.)’un kanunlarından başka uygulanan bütün beşeri kanunlar ancak insanın mutsuzluğuna ve huzursuzluğuna sebep olmaktadır. Peki, neden böyle olmaktadır? Çünkü biz kâinattaki her şeyin bizlere hizmet ettiğini görünce zannediyoruz ki bizim bu evrende asli bir varlığımız vardır. Evrende var olan her şeyin bizim emrimize sunulduğunu görünce en büyük zatın O (c.c.) olduğunu unutuyor, O’nun bizlere ihsan etmiş olduğu ilmi kendimize nisbet ediyor ve Karun gibi böbürleniyoruz. Ayet-i kerime’de şöyle buyruluyor: “Karun ise: O (servet) bana kendimdeki ilim sayesinde verilmiştir, dedi.” (Kasas s. 78)
(Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran’da Kıyâmet Sahneleri, s.25-26)