Sultan İbrahim, Osmanlı sahillerinin ortasında, Anadolu’dan 180 km. ötede, Kuzey Afrika’daki Türk toprakları ile deniz muvasalamızı kesen ve bir korsan yuvası hâlindeki Girit’i alma teşebbüsüne girişmiştir. Bu suretle fütuhat hareketine devam etmiş; Osmanlı târihi bakımından “duraklama devri” tasnifini fiilen cerhetmiş bir pâdişâhtır. Buraya serdar olarak tâyin ettiği adam, devrin en kıymetli askeri olarak şöhret bulmuştur. Bu sefer için hazırlıklara bizzat iştirâk etmiş ve tersaneyi hemen her gün ziyaret ederek, çalışanları gayrete getirmiştir. Sultan İbrahim ayrıca Karadeniz’e Kazaklar vâsıtasıyle mahreç temin etmek istiyen Rusya’nın elinden Azak kalesini aldırmış; onlara karşı Kırım Hanı’nı serbest bırakmış ve baş kaldırmamalarını temin etmiştir. Moskova tahtında hak iddia eden bir Rus prensini desteklemiş; bundan eski Türk beldeleri olan Kazan ve Astrahan’ın Kırım’a verilmesi taahhüdünü almıştır. Bu suretle devletin değişmeyen politikasına, yâni İslâmları ve Türkleri himaye siyâsetine devam etmiştir. Batılı sefirlere karşı korkutma ve tehdit siyasetini tatbik etmiş; hattâ Venedik’in Güney Mora’ya saldırıp bâzı esirler almasına karşı, Osmanlı ülkesinde bulunan Cumhuriyet tebeasına mukaabele-i bi’l-misil yapmak istemiştir. Fakat bu arzusu Makam-ı Meşîhat tarafından muvâfık görülmediği için, tatbik edilmemiştir. Devrinde devlet mekanizmasının sağlamlaştırılması için yapılmış olan adli, mâlî, idâri ve askerî düzenleme hareketlerini umumiyetle himaye ve teşvik etmiştir. Sultan İbrahim’in bu hareketleri ve devrindeki muvaffakiyetler ile sonraki târihlerde zikredilen sefîh, deli gibi tavsifler ve bunu te’yîd edecek vak’alar, tam bir tezat hâlinde görünmektedir. Nitekim Hammer de buna işaret etmekte ve devrinde hükümet işlerinin zedelenmeden yürüdüğünü: şiddetli bir tenkîdçi olan târihin, vahîm tesirlere yol açmayan şahsî kusurları müsamaha nazarı ile göreceğini yazmaktadır. (Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.2, s.183-187)