Zikir meclislerini, duâları ve evrâd okumayı “tembellik çağının ürünü” olarak gören bir zihniyet, maalesef ülkemizde de mevcuttur. Halbuki, bu ibâdetlerin tamamı Sahâbe (r.a.e.) Efendilerimiz’den rivâyet edilmiştir ve Asr-ı Saâdet müslümanlarının âmellerindendir.
Hemen hemen her Osmanlı padişahının bir şeyhi vardı ve padişah olmalarına rağmen, o zatların önüne asla geçmezler, tarikâtten istifade ederlerdi. Çağlar açan Fatih’in hocası ve İstanbul’un fethinin mânevi mimarı, Bayramiyye tarikâtı şeyhi ve Pastör’den asırlar evvel mikrobu bulan kişi, Akşemseddin Hazretleri’dir.
Benzer şekilde, kendi devrinde dünya siyasetinin yüzde doksan beşini elinde tutan Abdulhamid Hân merhum da Şâzeliyye tarikâti şeyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarikâtı şeyhi Ebû’l-Hüdâ Efendi’den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandırarak dünyaya hükmetmişlerdir.
Aslında hakiki tasavvuf ehli, tembel olmadıkları gibi aksine çok çalışkandırlar. Şöyle ki; normalde beş vakit namâz farz kılınmışken, bunlar; gece namâzı, kuşluk, işrâk ve evvâbîn gibi nâfile namâzları fazladan yaparlar, ayrıca namâz sonrası çekilen tesbihâtlara ilaveten, günlük yüzlerce evrâdı vazife olarak yapıp, Allâhü Teâlâ’yı da çokça zikrederler. Farz olan Ramazan orucu haricinde, pazartesi ve perşembe günleri ile Muharrem ayında ve diğer günlerde herkesten fazla nâfile oruçlar tutarlar. Bunun haricinde, toplumsal konularda da en önde bu insanlar mücadele ederler.
Osmanlılar hem ibâdeti fazla fazla yapmış hem de her türlü ilerlemeyi kaydetmişlerdir. Kimya ilminin kurucusu Cabir b. Hayyan, büyük mutasavvıf ve Nakşî postnişîni Cafer-i Sâdık (r.a.)’in talebesidir. Yine Câfer-i Sâdık (r.a.)’in optik ve astronomi alanlarında kendisinden sonraki bilim adamlarına ışık tutacak araştırmaları ve kuram-ları mevcuttur.(Hâkk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, s.170)