Sahip olmadığın bir şeyde zühd, gerçek zühd değildir. Çünkü mevcut olmayan bir şeyde zühd hükümsüzdür. Sahibi olmadığın bir şeyde tasarrufta bulunman geçerli olmadığı gibi; elinde olmayan bir şey için: “ben ondan gönlümü çektim” demenin de bir manası yoktur. Kim bilir, belki o şey elinde olsaydı kalbin değişecek ve farklı şeylere meyledecektin.
Fakat bununla birlikte bazı durumlarda şartlarını yerine getirmek kaydıyla elde olmayan bir şeyde de zühd sahibi olmak mümkündür. Bu, o şeyin elinde olmasını istememen, yokluğundan üzüntüye düşmemen, onun sende olmayışıyla övünç duyman ve fakirlik hâline sevinmenle oluşur.
Allâhu Teâla senin içini biliyor ki sen o şeyi ele geçirince sevinmezsin ve eline geçtiğinde de onu infak edersin. Kalbin, Allah ile kanaat sahibi ve dünyevî yokluk karşısında Rabbinden razıdır. Zühdün fazîletine yakın imanından dolayı, yoksulluk yerine zenginliği de istemezsin.
Eğer bu saydığımız vasıflara sahip olursan, bütün bunlar zühd olarak sana yeter. Ve bunların her birisine karşılık sana zahitlerin sevabı verilir. İşte bu, sadık fakirlerin zühdü ve gerçek fakirliğin elde edilmesidir.
Arifin elinde mal varken de zahid olması mümkündür. Arif, elindeki malı nefsinin keyfi için elinde tutmaz, elindeki şeyi kendi mülkü görmez ve onunla huzur bulmaz. Aksine onun Allah’a (c.c.) ait olduğunu bilir, kendisini malı elinde tutan ve yerine ulaştırmak için Rabbinin hükmünü bekleyen bir emanetçi görürse; gerçek zühde ulaşmış olur. Bu zühd hâline gerçekten ulaşmış olmanın alameti; onun yanında malın varlığı ile yokluğunun eşit olması, Yüce Allah’ın o mal üzerindeki emrini hemen yerine getirmesi ve onu Allah (c.c.) yolunda harcamasıdır.
(Ebû Tâlib El-Mekki, Kûtu’l Kulub, c.2, s.569, 570)