Âişe (r.anhâ)’dan rivâyetle: Resûlullah (s.a.v.) zamanında tegannî ve nağmeyi (müzikle uğraşmayı) seven bir kimse vardı. Zilhicce ayı görününce oruç tutardı. Bu hâli Resûlullah (s.a.v.)’e ulaşınca, onu huzuruna çağırıp: «Seni bu günlerde oruç tutmaya mecbur eden sebeb nedir?» buyurdu. Yâ Resûlullah, şu günler, meşâir ve hac günleridir. Hacıların dualarına ortak olmağı Allahü Teâlâ’dan istedim cevabını verdi. Resûlullah (s.a.v.)  ona: «Zilhicceden oruç tuttuğun her gün için, bin köle azâd etmiş, bin deve kurban eylemiş ve Allah yolunda cihâd eden gâzî ve askerleri götürmek için bin at hediye etmiş gibi sevabın vardır. Arefe günü olduğunda senin için iki bin köle azâd etmiş, ondan önce bir sene ve sonra bir sene oruç tutmuş gibi sevab vardır» buyurdu. (Ebu’l Berekât, Âta b. Rebah’dan)
İbn-i Abbâs (r.a.)’in  bildirdiği Hadîs-i Şerîfte: Nebî (s.a.v.) «İçinde oruç tutulacak ve sâlih ameller işlenecek günler içerisinde Allahü Tealâ katında Zilhiccenin ilk on günündekilerden daha sevgili (gün) yoktur» buyurduğunda, orada bulunanlar, yâ Resûlullah (s.a.v.), Allah yolunda cihad da mı ondan sevgili değildir, sordular. Cevâblarında: «Allah yolundaki cihad da ondan sevgili değildir. Ancak mal ve canı ile beraber cihâd için çıkıp da, geriye hiçbir şey bırakmaksızın, bu uğurda mal ve canını feda eden kimse müstesnâdır ve Allahü Teâlâ katında daha sevgilidir» buyurdu.  (Ebu’l Berekât, Said b. Cübeyr’den)
Nebi (s.a.v.): “Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan amel yedi yüz katıyla mükâfatlandırılır.” (Tâberânî, Kebir, 10/246)
Bu günlerde fakîre sadaka veren, peygamberlere yardım etmiş gibi olur, bir hasta müslümanı yoklayan, Allahü Teâlâ’nın evliya kullarını ziyaret etmiş, dolaşmış gibi olur. Bir cenazede bulunsa, Allahü Teâlâ’nın ayını uğurlamış gibi olur. Bir mü’mine elbise giydirse, Allahü Teâlâ ona Cennet hullesi ihsan eder. Bir yetimin gönlünü etse, Allahü Teâlâ kıyamet günü onu Arşın gölgesinde bulundurur. İlim meclisinde bulunsa, peygamberler meclisinde bulunmuş gibi olur.                   (Abdulkâdir-i Geylânî (k.s.), Gunye’tü-tâlibîn, 352-353.s.)