Muâz (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu nakleder:
– Ehl-i cennet, zikr-i ilâhîden gâfil olarak geçirdikleri her saat için cennette tahâsür ve pişmanlık duyarlar.
Ebû Mûsâ (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
– Rabbi olan Allâhü Te‘âlâ’yı zikredenle zikretmeyenin hâli cesed ölüsü ile dirisinin durumu gibidir.
Allâhü Te‘âlâ buyurur: Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, küfrân-ı nimette bulunmayın. (Bakara s. 152)
Siz beni tezellül ile yani boynu bükük zikredin, ben de sizi fazîlet ve şerefinizi artırarak zikredeyim. Siz beni şükür duygusuyla zikredin, ben de ni‘metinizi artırayım. Siz beni duâ ile zikredin, ben sizi duânıza icâbetle zikredeyim. Siz beni ikrar ile zikredin ben de sizi cehennem azâbından kurtuluşla zikredeyim. Siz beni halkın içinde zikredin; ben de sizi meleklerin içinde zikredeyim.
Hadîs-i şerîfte buyrulmuştur ki: Mümin’in üç kalesi vardır: Zikrullâh, Kur’an, ve mescid.
Akıllı kimse, nefsini alçaltan, ölümden sonrası için amel yapan, dünyâya rağbeti kesip zühd ile meşgûl olandır.
Câhil ise kendini unutup hevâ ve hevesine tâbi bulunandır.
– Allâh’dan başka şeyleri unuttuğun zaman sen Rabbini hatırlamış, zikretmiş olursun.
Zikrin hakîkati, zikir anında zikredilenden başka her şeyi unutabilmektir.
Hakk yolunun yolcusuna gereken de, ana gâye olan zikr-i hakîkîye ulaşmaktır. Gerçek tevhîd, bâtılı ve Hakk’ın dışında her şeyi bertaraf eder.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Musâhabe, 6.c., 81.s.)