Zekât; zengin Müslümanların, yıldan yıla belli ölçüsüne göre mallarının bir kısmını zekât niyetiyle ayırıp verilecek yerlere vermelerinden ibaret malî bir ibâdettir.
Hakikaten malının zekâtını veren, fukaraya muavenet ve yardımdan geri durmayan ihsan ve hayır ehlinin malının arttığı herkesçe müsellem açık bir hakikattir. Bir fakirin gönlü hoşnut edilerek yapılacak hayırın muhakkaktır ki Cendb-ı Hakk (azze ve celle) mükâfatını verir. Nitekim:
«Rızkınızdan sizin, infak ettiğiniz şeyin bedelini Allah Teâlâ hem dünyada ve hem de âhirette halk eder. İnfak olunan şeyin halefini yerine koyar ve halefsiz bırakmaz.» buyurulmuştur.
Fukara hakkını esirgeyip vermeyen bahil (cimri) kimselerin malı, umulmadık afat ve zararlara duçar olduğu ve bazen de tamamen mahvolduğu görülmektedir.
Zekât’da bir taharet vardır. Bir servetin içinde fukara hakkı bulunursa bu hak o mal için âdeta manevî bir lekedir.
«Habibim! Servet sahiplerinin mallarından zekât al! Zekât onların mallarını temizler, vicdanlarını arıtır.» buyurulmuştur.