Hakk Teâlâ şöyle buyurur: “Şayet onlar küfürden geri dönerler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtlarını da verirlerse, artık sizin din kardeşleriniz sayılırlar.” (Tevbe s. 11) Bu âyetle Hâkk Teâlâ’nın hükmü açıkça anlaşılmıştır. Bunun hiçbir gizli yönü yoktur.
Allâh (c.c.)’e yemin ederim ki, zamanımızın insanları çoğunlukla hesap gününe inanmayanlar gibi fiil ve amellerde bulunmaktadırlar. Allâh (c.c)’ün  emir ve vâidlerini kaale almamaktadırlar. Hâkk Teâlâ kendilerine hiçbir vâidde bulunmamış (azapla tehdit etmemiş), hiçbir emir göndermemiş gibi davranmaktadırlar. Gayba, görür gibi imân etmeyenlerin imânları sakattır!
Ey kardeşim! Bir kez düşün. Vaktin padişahı bir emirle zekât vermeyenlerin ateşte yakılacağını ilân etmiş olsa ve kişiye, “Eğer zekât vermezsen şu hazırlayıp yaktığım ateşte seni yakacağım” dese, o kişi zekâtını geciktirmeden vermez mi? O kişinin dostlarından biri kendisine, adam sen de ne diye zekât vereceksin, diyerek ona mâni olmaya kalkışsa da, o kişi kimsenin sözünü dinlemeden ateşe atılacağı korkusuyla zekâtını derhal çıkarmaz mı?
İşte bu da Hâkk Teâlâ’nın kullarına yaptığı vâid ve ihtara benzemektedir. Hâkk Teâlâ’nın elçisi ve peygamberi olan Efendimiz (s.a.v.), Allâh (c.c.)’ün  emirlerine binaen Allâh (c.c.)’ün dili ve kelâmıyla bu ilâhî buyruğu yerine getirmemizi istemektedir. Allâhü Teâlâ’nın yoksullara verilmek üzere biz kullarına, bağışladığı maldan kendine düşen zekât hissesini istemektedir. Zekât, kişinin malından Hâkk Teâlâ’ya düşen pay demektir. Âyet ve emirler, bu Allâh (c.c) payının yoksullara, düşkünlere verilmesine âmirdirler. Kişinin malı arttıkça bir ölçü içinde yoksullara verilecek Allâh (c.c.) payı da artmış olur.
Hakk Teâlâ farz kıldığı bu zekât ameli ile kullarını imtihân etmekte, onların imân yönünden kendisine ne derece bağlı olduklarını ölçmektedirler.
(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.164-165)