“Sizi, sırf birbirinizle tanışasınız diye, büyük büyük cem’iyyetlere ve küçük küçük kabîlelere ayırdık.” (Hucurât Sûresi, Âyet: 13)
“Sizi… büyük büyük cem’iyyetlere ve küçük küçük kabîlelere ayırdık…” ifâdesinin ma’nâsı şunlar olabilir:
1) “Sizi, Acemler gibi ceddleri bilinmeyen, dağınık birtakım topluluklar ile Arablar ve İsrâiloğulları gibi ceddleri belli olan belli kabîleler hâline getirdik.”
2) “Sizi, kabîlelere dağılmış cem’iyyetler kıldık.” demektir.
Yaratılışta cem’iyyet ve kabîlelere ayrılmaktaki maksadın “teârüf” (karşılıklı olarak tanışmak) olduğu beyân ediliyor. Bundan da karşılıklı yardımlaşmak var; övünmek ve böbürlenmek yoktur. Yardımlaşmak da iyiliktedir güzelliktedir. Yoksa insanların birbirlerini düşman olmağa götüren alaya almak, gıybet etmek ve mal ile mülk ile, soy ve sopla övünmek değildir.
3) Yaratma işi asıl gâye ve menşe’ (kök); cem’iyyetlere ayrılmak işi de fer’i (dalı, şu’besi)dir. Asıl olanın göz önünde bulundurulması; fer’i olanın göz önünde bulundurulmasından öncedir. Cenâb-ı Hakk Teâlâ’nın, Zâriyât Sûresi, Âyet: 56’da “Ben cinnleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurarak yaratılış gâyesinin “Allâh’ı bilmek ve O’na kulluk ve ibâdet etmek.” olduğunu beyânı da böyledir. Şu hâlde “boy ve kabîlelere ayrılmak, yaratılıştan sonra meydana geliyorsa, bunun gibi, neseb de (soy da) kulluk gâyesinin tahakkukundan sonra göz önüne alınır. Ya’ni kulluk ve ibâdet yoksa; neseb ve sülâleniz hiçbir şey ifâde etmez.” denilmiştir.
4) Cenâb-ı Hakk’ın “Sizi yarattık, sizi kıldık, sizi ayırdık…” ifâdeleri böbürlenmenin câiz olmadığına işârettir. Zîra bu “boy ve kabîlelere ayrılmak işi” insanların çalışmalarıyla olmamıştır. Bu husûsta insanların hiçbir güçleri kudretleri yoktur. O hâlde, hiçbir payınızın olmadığı şeylerle nasıl iftihâr edebiliyorsunuz?
(Fahrüddîn Er-Râzî (R.H.), Tefsîr-i Kebîr Tercemesi, C. 20, S. 233)