Sultan IV. Murat Han çok güçlü, kuvvetli bir padişah idi. Dizginleri ele almaya karar verdiğinde bütün zorbalara meydan okudu. Önce Tokat’taki zorbabaşı Hüsrev Paşa’yı katletti. Sonra Topal Recep Paşa’yı huzura çağırdı;

“Paşa git, memlekette anarşi ve iğtişaş çıkaranların elebaşları her kim ise bul bana listesini getir” dedi. Paşa gitti. Bir süre sonra geldi ve; “Hünkarım bulamadım” dedi. Padişah; “Ben buldum mel’un ayağa kalk” dedi. Bunun anlamı götürün boynunu vurun demekti.

Doğal olarak devletin tepesindeki sadık adamlarını kaybeden yeniçeriler ayaklandılar ve saraya yürüdüler. Padişah alışılmadık bir şekilde açık divan yaptı. Halkı ve askerleri huzura topladı. Mahşeri bir kalabalık vardı. Onlara dedi ki:

“Asker siyasetle uğraştığı için asıl işini yapamıyor. Anarşi devletin temellerine girdi. Devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğiz. Şeriata, kanunlara ve halife sıfatıyla bana karşı gelenlere haddini bildiririm. Aranızda müfsitleri barındırmayın. Ulul emre itaat herkese farzdır. Halifeye değil şakilere tabi olanlara gereken yapılır.”

Bu meâlde epeyce ve gür bir sesle konuştu. Kalabalık dilini yuttu. Konuşma bittiğinde önce bir uğultu duyuldu ardından bir gürültü; “Padişahım çok yaşa !!!”

Aranan kan bulunmuştu. Bu dakikadan sonra IV. Murat hızla dizginleri eline aldı. Zorbaların hakkından geldi. Gece sokağa çıkma yasağı koydu. Tütün yüzünden İstanbul’un dörtte biri kül olunca buna yasak getirdi. Aslında olay basitti. Devlet merkezi sağlam, dirayetli ve sıkı olursa otorite içeriden dışarıya yayılıyor, merkezde zaaf olursa basınç dışarıdan içeriye doğru artıyordu. Bu yüzden İslam tarihinin yüz akı olan dönemler sert ve otoriter olan şahsiyetlerin elinde şekillenmişti. Hz. Ömer, Yavuz Sultan Selim, IV. Murat buna örnekti.

IV. Murat bu dirayet ile çökmeye yüz tutmuş devleti yeniden ayağa kaldırdı. Onun dönemi “duraklama içinde yükselme” kabul edildi. Muhtemelen o dönem olmasaydı 1699’da başlayan süreç 50 sene öne gelirdi.

(Şevki Karabekiroğlu, Haber Seyret, 23 Kasım 2016)