“Ey insanlar, Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışasınız diye, büyük büyük cem’iyyetlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık. Şübhesiz sizin, Allâh nezdinde en şereflisiniz, takvâca en ileride olanınızdır. Şübhesiz Allâh, her şeyi bilen, her şeyden haberdâr olandır.” (Hucurât Sûresi, Âyet: 13)
Allâh-ü Teâlâ, Hucurât: 11. ve 12. âyetler’de “Başkalarıyla alay etmeği, birbirlerine kötü lâkab takmağı, zanndan kaçınmağı, başkalarının kusurlarını araştırmamağı, gıybet yapmamağı…” emretmiş bu Âyet: 13’te de “Soy ve sopla övünmemeği” emretmiştir.
İnsanlar, Îmân ve takvâ’nın dışında, eşittirler. Eğer övünme zenginlik sebebiyle ise, kâfir zengin; mü’min de fakîr olabilir. Bunun aksi de olabilir. Eğer bu asâlet (soy sop) bakımından ise kâfir nesebce daha soylu; mü’min ise bir siyahî köle olabilir. Aksi de olabilir. Hâlbuki, takvâ yoksa bunların (zenginliğin ve soyun sopun vb.) hiçbiri tercîh unsuru olamaz. Hakk Dîn ile müşerref olmuş bir kimseden ve bu İslâm’da takvâ’ya ermiş kimsenin durumundan nasıl olur da, başka husûslarda daha üstte olanlar, üstün tutulabilirler? Mü’minden, mü’minin dışında kalan hiçbir kimse veyâ şey üstün değildir, üstünlük sebebi de değildir.
Âyet’in, başındaki: “Ey insanlar, biz, sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık…” hitâbının ma’nâsı şudur: “Sizi Âdem ve Havvâ (A.S.)’dan yarattık, bundan dolayı birbirinize karşı övünebileceğiniz bir şey yoktur. Hepinizin, insan olarak, cinsi tektir. Meselâ, sinekler ile kurtlar arasında farklılığın kanunları vardır. İşte mü’min ile kâfir arasındaki fark, değer yönünden tamâmen zıddır. İnsan cinsinin ferdleri arasındaki farklılık, cins açısından değil; îmân-küfür yönündendir. O hâlde maddede, cinste, malda mülkte, fakirlikte zenginlikte, soyda sopta, güzellikte çirkinlikte birbirinize karşı övünemezsiniz. Çünkü bunların Allâh katında tercîhe değer bir yönü yoktur. Şâyed aranızda bir farklılık ve rüchâniyyet (tercîhe değer) söz konusu ise oda yaratılışınızdan sonra meydâna gelen şeyler sebebiyledir ki bunların en hayırlısı takvâ ve Allâh’a yakınlık kesbetmektir (kazanmaktır).
(Fahrüddîn Er-Râzî (R.H.), Tefsîr-i Kebîr Tercemesi, C. 20, S. 233)