Ticarette borcu güzelce ödemek, ihsâna dâhildir. Borcun güzelce ödenmesi şu şekildedir: Borçlu kimse, hak sahibine bizzat gider. Onu, hakkını almak için gelmeye mecbur etmez. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizin en hayırlınız, borcunu ödemek hususunda en iyi davrananızdır.” (Müslim ve Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.) ’den)
Borcunu ödemeye imkânı olduğu zaman tehir etmeksizin hemen yapmalıdır, velev ki borcun vakti henüz gelmeden de olsa… Şart koşulan maldan daha iyisini ve daha güzelini teslim etmelidir. Eğer borcunu edâ etmekten âciz ise, kalbinde Allâh Te’âlâ ne zaman kendisine imkân verirse borcunu edâ etmek niyeti olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir müslüman vakti gelince ödemek üzere başkasından borç alıyorsa, Allâh Te’âlâ (c.c), onu koruyan ve borcunu ödeyinceye kadar kendisine dua eden bir grup meleği vekil kılar.” (İmam Ahmed, Hz. Âişe’den)
Müslüman, ticari muamelesinde bir müddete kadar borç vermek için bir grup fakiri aramalı, onlara imkân vermek suretiyle ecir elde etmeye çalışmalıdır. Bu muameleyi yaparken onların imkânları olmadıkça, onlardan hakkını istememeye azimli olduğu halde yapmalıdır. Çünkü selefin sâlihlerinden bazılarının iki defteri vardı. O hesap defterlerinden birinde bilinmeyen fakir ve zayıfların isimleri yazılıydı. Böyle bir defter tutmanın hikmeti şuydu: Fakir yiyecek maddesini veya meyveyi görürdü. Canı onu çekerdi. Gelir dükkâncıya ‘Benim şu maddeye ihtiyacım var, fakat almak için param yok’ derdi. Dükkân sahibi de ‘Al! Zengin olduğun zaman getirip verirsin’ derdi. Bu kimse ancak fakire şöyle derdi: ‘İstediğini al! Eğer daha sonra imkânın olursa gelir verirsin. Eğer imkânın olmazsa sana helâl-i hoş olsun!’
(İmam Gazzali, İhya-i Ulumi’d-din, c.2, s.214)